2 Mayıs 2008 Cuma

VYGOTSKY’NİN BİLİŞSEL GELİŞİME İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ

VYGOTSKY’NİN BİLİŞSEL GELİŞİME İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ

Rus psikoloğu Lev Vygotsky (1978), çocuğun sosyal çevresinin bilişsel gelişimde önemli bir rolü olduğunu ileri sürmüştür.

Çocuklar, çevresindeki kişilerden de onların sosyal dünyalarından öğrenmeye başlamaktadırlar. Çocukların kazandıkları kavramların, fikirlerin, olgunların, becerilerin, tutumların kaynağı sosyal çevreleridir.

Çocuğun için yaşadığı çevre, kültür, ona sağlanan uyarıcıların türünü ve niteliğini belirlerler.

SEMBOLİK DÖNEM

SEMBOLİK DÖNEM

Bilişsel gelişimin sonuncu düzeyi sembolik dönemdir. Çocuk artık bu dönemde etkinlik yada algının anlamını açıklayan sembolleri kullanır.

Çocuk dil, mantık, matematik, müzik, vb. alanların sembollerini kullanarak iletişim kurabilir. Sembolik dönem, yaşantıların formüle edilmesine olanak sağlar. Örneğin; D=Ex2; B=I (PxE). Ayrıca, bu dönemde kısa cümlelerle, anlamsal olarak zengin ifadeler oluşturulabilir. Örneğin; damlaya damlaya göl olur; boş teneke çok ses çıkarır, vb.

Semboller yoluyla, az sembolle çok şey ifade edilebildiği gibi; eylemlerle ve imgelerle açıklanamayan olay nesne ve durumlar daha kolay ve etkili olarak ifade edilebilir. Bireyin sembolik döneme ulaşması, zengin yaşantılar kazanmasını sağlar.

Bruner, çocukların eylemsel temsil döneminden imgesel ve sembolik temsil dönemlerine ilerlediğine inanmaktadır. Ancak bu durum, yetişkinlerin yaşantılarını artık eylemler ve imgelerle kodlayamayacağı anlamına gelmez. Artan yaş ve yaşantılarla, sembolik sistem daha çok kullanılır. Ancak, bazı meslek alanlarındaki kişilerde örneğin; cerrahlarda, sporcularda, piyanistlerde eylemsel kodlama sistemi daha da gelişmiştir. Görsel sanatlar alanındaki kişilerde de imgesel temsil süreçleri daha baskındır.

2. İMGESEL DÖNEM

2. İMGESEL DÖNEM

Bilişsel gelişimin ikinci düzeyi, imgesel dönemdir. Bu dönemde bilgi, imgelerle taşınmaktadır. Görsel bellek gelişmiştir. Ancak, çocuğun kararları dile değil, duyu organları yoluyla edindiği etkilere dayalıdır. Çocuklar, algılarının tutsağıdır. Her hangi bir nesneyi, olayı, durumu nasıl algılarlarsa zihinlerinde o şekilde canlandırırlar.

Çocuklar bu dönemde herhangi bir nesneyi, olayı görmeden de resmedebilirler. Örneğin; çocuk oturma odasını çizebilir; bir ev resmini görmeden de ev çizebilir. Bu dönem Piaget’nin işlem öncesi dönemine karşılık gelmektedir. Gardner,bilginin imgelerle temsil edilmesine “uzaysal zekâ” adını vermektedir.

1.EYLEMSEL DÖNEM (ENACTIVE STAGE) (0-3 YAŞ)

1.EYLEMSEL DÖNEM (ENACTIVE STAGE) (0-3 YAŞ)

Bilişsel gelişimde ilk aşama eylemsel dönemdir. Çocuk, bu dönemde çevreyi eylemlerle anlar; çevresindeki nesnelerle ilgili yaşantıyı onlara dokunarak, vurarak, ısırarak, hareket ettirerek kazanır, Onlar için nesneler, bazı eylemler yaptıkları şeylerdir. Örneğin ; kaşık, yemek yediği; bisiklet bindiği birer nesnedir. Bu dönemde çocuğa bisiklet binmeyi öğretirken, ne sözel sembol, ne de imge kullanabilirsiniz. Çocuklar en kolay psikomotor eylemlerle öğrenebilirler. Çocukların yaparak öğrenmesi söz konusudur. Sözcükleri de onlara ilişkin eylemlerle öğrenirler. Yetişkinler bile bazen yeni bir şeyi öğrenirken, eylemsel döneme dönebilirler. Örneğin otomobil kullanmayı öğrenme vb. Sonuç olarak bilişsel gelişimin eylemsel döneminde olan çocuklar için, en kolay anlaşılabilir mesajlar eylemlerdir. Bilginin eylemlerle temsil edilme formuna, Gardner “devinduyumsal zekâ” adını vermektedir.

BRUNER’İN BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI

BRUNER’İN BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI

Jerome Bruner (1966)’de bilişsel gelişim fonksiyonlarını incelemiştir. Bruner, gelişim sürelerini inceleyen herhangi bir kuramın aşağıdaki noktaları dikkate alması gerektiğine inanır.

· Bilişsel gelişim, tepkileri uyarıcıdan bağımsız hale gelmesidir. Başlangıçta çocuklar uyarıcıların kontrolü altındadır. Değişik uyarıcılara belli yollarla tepkide bulunurlar. Ancak zamanla tepkileri artan bir şekilde uyarıcıdan bağımsız hale gelir. Çocuktan bilim kazanılmasıyla uyarıcıların kontrol etme, yönlendirme, daha özgün davranma gözlenir.

· Gelişim, bilgi işleme sürecinin ve depolama sisteminin gelişimine bağlıdır. Çocuk dil gibi bir sembol sistemini öğrenmeden, dünyayı anlamlandıramaz. Yaşantı kazanma, sözel, görsel, matematiksel yada müziksel dünyanın zihinsel temsilcilerinin kazanılmasını gerektirir.

· Bilişsel gelişim, bireyin kendisine ve başkalarına ne yaptığını ve ne yapacağını artan bir kapasite ile açıklamasıdır. Bu kendinin farkında olmadır. Bilişsel gelişim çocuğun kendini ve çevresini irdeleyebilmesi için gereklidir.

· Bilişsel gelişim için sistemli bir öğretici-öğrenici etkileşimi gereklidir. Bruner’e göre, baba, anne, öğretmen ve toplumun diğer üyeleri çocuğa öğretmelidir. Sadece bir kültür içine doğmak, tam bir bilişsel gelişim için yeterli değildir. Öğreticiler, kültürü yorumlayarak çocukla paylaşmalıdırlar. Bu nokta, Vygotsky’nin kuramında da önem taşımaktadır.

· Bilişsel gelişimde dil önemli bir anahtardır. İnsanlar dili kullanarak birbirleri ile iletişim kurarlar. Dünyanın kavramlarını dil yoluyla öğrenir, öğretir, sorunlarını dil yoluyla tartışırlar, dilin doğası ve işlevleri bilişsel gelişimin bir parçası olarak görülmektedir.

· Bilişsel gelişim, aynı zamanda bir çok seçenekle baş etme yeteneğinde araştırır. Etkinlikleri yapma sırasında değişik bir çok duruma sırasıyla dikkat etmek gerekmektedir. Küçük bir çocuğun nesnenin çarpıcı özelliğinde odaklaşması ile erginin olayları bilimsel bir şekilde incelemesi arasında fark vardır.

Bruner bilişsel gelişimi Piaget’ye benzer bir şekilde incelediğini belirtmektedir. Her ikiside dünyaya ilişkin bilginin kodlanması, işlenmesi, depolanması ve sıralanması üstünde durmuşlardır.

Bruner, çocuğun çevresindeki dünyayı zihninden temsil etme yollarını 3 aşamada görmektedir. Bir başka deyişle, bilişsel gelişimi üç aşamaya ayırmıştır. Bu aşamalar 1- Eylemsel dönem, 2- İmgesel dönem, 3- Sembolik dönemdir.

Oniki İle Onsekiz Yaş Arasında Bilişsel Gelişim (Piaget)

Oniki İle Onsekiz Yaş Arasında Bilişsel Gelişim

Bu devrede zihinsel gelişim somut operasyonlardan formel operasyonlara (formal operatıons) geçer. Formel operasyonlar düzeyine gelen birey artık yetişkin dünyasıyla tam bir iletişim içine girmeye hazırdır, çünkü bilişsel gelişimin en son aşamasına gelmiştir. Formel operasyonlar gelişirken bireyin kişilik yapısı da gelişir ve bireyin ahlak anlayışında olduğu kadar, kendini anlayışında da temel değişiklikler yer alır.

Piaget’ye göre formel operasyonların gelişimi 12 ile 14 yaş arasında bir devrede başlar. Operasyon öncesi çocuk eliyle nesnelerin yerlerini değiştirip belirli bir sıraya koyabilir. Somut operasyonlar devresindeki çocuk düzenlemeyi semboller aracılığıyla zihinsel yapabilir. Formel operasyonlar devresinde ise çocuk semboller düzeyinden bir aşama ötesine giderek düşünce düzeyine ulaşır. Bu düzeye ulaşan bir çocuk, belirli bir sorunu çözebilmek için değişik hipotezler geliştirir ve her hipotezi birer birer dener. Çocuğun düşüncesine ve sorunlara yaklaşmasına bir düzenlilik, formel yapı, akıl yürütme süreci gelmiştir. Somut operasyonlar devresindeki çocuk var olan nesneleri gösteren sembollerle düşünürken, formel operasyonlar devresindeki çocuk olası (muhtemel) seçenekler üzerinde düşünebilir.

Mantıksal düşüncenin kendini gösterdiği düşünce tarzlarından biri tümden gelimdir. Tümden gelim düşünme tarzında (deductive Reasoning) belirli bir

genelleme, doğruluğu kabul edilen bir temel düşünce alınır ve bu düşüncenin doğruluğu olasılıklar bulunur. Bu düşünce genellikle şu tip cümle yapısıyla kendini gösterir: eğer ? doğruysa, o zaman B’nin doğru olması gerekir. Örneğin, “Eğer Ereksiyon’un kuramı doğruysa, o zaman 12 yaşındakilerin düşüncelerinde formel operasyonlar gözleyebiliriz.”

Küçük çocuklarda gözlenen daha fazla tüme varım (inductive resoning) türünden akıl yürütmedir. “Annem köpekten korkmuyor, babam köpekten korkmuyor, öyleyse benimde köpekten korkmamam gerekir” gibi. Bu tip akıl yürütme türünde çocuk, tek tek deneyimleri aracılığıyla bir genellemeye ulaşır. Yetişkinler hem tüme varım hem de tümden gelim akıl yürütme biçimlerini kullanırlar. Bilişsel aşamasının bu devresine gelen çocuk, 14 yaşında sonra, aynı bir yetişkin gibi her iki tür akıl yürütmeyi de kullanabilir.

Her birey formel operasyonları tam anlamıyla geliştirmeyebilir. Bilimsel düşünmenin ve mantıksal konuşmanın son derece önem verdiği Batı uygarlığında dahi yetişkinlerin ancak % 60’ının tüm formel operasyonları geliştirebildiği tahmin edilmektedir. Bilim ve teknolojinin toplumsal ve kültürel yaşantıların temeli olmayan diğer uygarlıklarda bu oranın daha da düşük olduğu düşünülmektedir.

Piaget bu durumu bir etkileşim olayı olarak yorumlar, başka bir deyişle bilişsel bakımdan formel operasyonlara hazır hale gelen birey, çevreden bu yönde uyarım ve teşvik görürse gelişmesini tamamlar toplumsal çevre bu düşünsel gelişmeyi beğenmiyorsa ve birey kendini mantıksal düşünmesinden dolayı toplumdan yabancılaşmış hissediyorsa, bu tip düşünmeden uzaklaşır (Inheller & Piaget, 1958).

Yukarıdaki açıklamaya ek olarak Piaget, içinde yetiştiği kültürel ve toplumsal çevrenin çocuğun bilişsel gelişimini şu şekilde etkilediğini açıklar. Çocuk bir aşamadan diğerine, daha önceki aşamadaki düşünce tarzı yetersiz kaldığı ve çevresine uyum yapabilmek için zorlandığı için geçer. Bazı toplumlarda çocuk formel operasyonları kullanmak için zorlanmaz, doğa ve toplum çevresine uyumunu somut operasyonlar aşamasındaki düşünce tarzıyla yapabilir. Belki de bilim ve teknolojinin baskın olmadığı tarım ülkelerinde formel operasyonların gelişmesi bu nedenle durur.

Bilimsel ve teknolojik bilginin her aşamada gerekli olduğu endüstrileşmiş ülkelerde, formel operasyonlara dayalı düşünce biçimi, bireyin eğitimi başarı ile tamamlayıp doktor, mühendis, bilgi işlem uzmanı gibi başarılı bir meslek sahibi olabilmesi için gereklidir. Böyle toplumlarda eğitimin temelini formel operasyona dayalı düşünce oluşturur.

Ahlaksal Düşüncenin Gelişmesi: Şimdiye kadar sözünü ettiğimiz algılama ve düşünsel gelişime çocuğun nesneler ve olaylarla ilgili bilişsel gelişmesini ifade eder. Çocuk insan ilişkilerini de algılar ve bu alandaki bilişsel gelişme onun ahlaksal (moral) düşüncesinin temelini oluşturur. Kohlberg ahlaksal düşüncenin gelişmesini, Piaget’nin kuramına dayandırmış ve ahlaksal düşüncenin gelişmesini gösteren yedi aşamalı bir tablo oluşturmuştur (Kohlberg & Elfenbein, 1975; Walkker 1980). Bu tabloya göre çocuk en somut ve yüzeysel ahlak anlayışından en soyut ve derin bir ahlak anlayışına ulaşır. Aşamaları kısaca özetleyerek gözden geçirelim.

1. Aşama. Ceza (punishment) ve itaat (obedience) yönelimi: Davranış bütünüyle dışardan denetlenir. Dışarıdan gelen emirler, cezalar ve ödüllendirmeler davranışın yönünü belirler. Cezalandırılan davranış kötü, ödüllendirilen davranış iyidir. Gücü elinde tutan otoritenin (yetişkinlerin) her dediği doğrudur.

2. Aşama. Bireysellik (inidvidualism), amaca yönelik değiş tokuş kurabilmek bir kimsenin doğru yolda olduğunu gösterir. Bireyler arasındaki anlaşma ve söz vermelere değer verilir.

3. Aşama. İyi çocuk yönetimi: diğerlerini, özellikle kişinin aile üyeleri gibi yakını olan kimseleri memnun etmek için yapılan hareketler doğrudur. Bireyin kendinden bekleneni yapması en doğru hareket biçimidir.

4. Aşama. Yasa ve düzen (law and order) yönetimi: çocuğun algılaması aile sınırlarını aşmış ve tüm toplumu kapsamaya yönelmiştir. Bireyin görevinin yapması, yasalara boyun eğmesi, yasayı temsil eden otoriteyi dinlemesi ahlaksal davranış olarak görülür.

5. Aşama. Toplumla sözleşme (social contracts) yönetimi: Yasalar önemlidir, ancak bu aşamada yasalar, istendiğinde değiştirilebilen sözleşmeler olarak görülür. Yasaların amacı toplumun büyük kesimine hizmet edebilmek olduğuna göre, sırası geldiğinde bu amacı gerçekleştiren diğer seçeneklerin düşünülmesinde de bir sakınca olmamalıdır. Sözleşme ve anlaşmalar bir kez yapıldıktan sonra her iki tarafı da bağlayıcı bir özellik taşır.

6. Aşama. Evrensel ahlak ilkeleri (üniversally ethical principles): bu aşamada bireyin düşünüşünü temel ahlak ilkeleri belirler. Ahlak ilkeleriyle yasalar arasında çoğu kez bir çelişki olmadığı için, ahlak ilkelerine uyan birey kendiliğinden yasaya uygun davranmış olur. Ne var ki, yasa ve ahlak ilkeleri arasında bir çelişki olduğunda, bireyin ahlak ilkelerine uyması beklenir.

7. Aşama. Kutsallıktan kaynaklanan ahlak anlayışı: bu aşamada birey kendin istasyonu, içinde yaşadığı toplumu, insan ırkını aşan evrensel bir düzen kurmaya çabalar ve bu kutsal düzenin bir parçası olarak her şeyle uyum içinde yaşamaya yönelir. Bu tip düşünüşün temelinde Mevlana’nın, Yaratıcı’ya duyulan sınırsız sevgi ve bağlılığın yattığı, “Gel ne olursan gel, evimiz gönül evidir, kapısı herkese açıktır” anlayışı yatar.

Kohlberg’e göre bu gelişim aşamaları evrenseldir ve her aşama kendinden bir önceki aşama gerçekleştikten sonra kendini gösterir. Çocuk “diğer kimsenin” görüşünün, olaya bakışının farkına varıp, onu kendi düşüncesiyle ilişki haline getirebildiği oranda ahlaksal gelişme devam eder. Fakat, her bireyde ahlaksak gelişme aşamalarının tümünün gelişmesi beklenemez. Sosyal ve kültürel çevresine bağımlı olarak her birey kendi koşulları içinde ahlak gelişmesini sürdürür. Bu nedenle bireyler arasında aşama farklılıkları gözlenebilir.

Beş ile Oniki Yaş Arasında Bilişsel Gelişim (Piaget)

Beş ile Oniki Yaş Arasında Bilişsel Gelişim

Okul çağı adı verilen beş ile oniki yaş arasındaki devrede çocuğun bilişsel gelişimi temel değişiklikler gösterir. Piaget bu aşamaya somut operasyonlar (Contrete operatıons) devresi adını verir. Piaget’ye göre bu devrede çocuk yeni ve son derece etkin zihinsel beceriler geliştirir.

Doğumdan iki-üç ay sonra nesnelerin yok olduğunu zanneden bebek oniki ay civarında nesnelerin değişmez olduğu aşamasına ulaşır. Beş yaşına doğru çocuk nesneleri zihinsel olarak temsil eder, ancak bu kavramlar ve semboller üzerinde zihinsel işlemler yapamaz. Örneğin; “masanın üzerinde duran beş kalemden ikisini kaldırdığımda, masanın üzerinde kaç kalem kalır?” gibi bir soruya zihinsel cevap veremez. Çocuk yedi yaşına doğru yaklaştıkça toplama, çıkarma gibi bilişsel işlemleri yapmaya başlar. Beş yaşındaki çocuk yukarıdaki soruya ancak masanın üzerine kalemleri koyup, ikisini kaldırdığınız zaman cevap verebilirken, yedi yaşındaki çocuk zihninden doğru cevabı hemen bulabilir. Bu zihinsel işlemler Piaget operasyon adını verir.

Yedi yaşındaki çocuğun zihinden düşünüş tarzı, beş yaşındaki çocuğun somut olarak elleriyle yaptığı masanın üzerinden kalemleri kaldırma işlemine benzediği ve çocuk iç temsilciler aracılığıyla düşündüğü için, Piaget bu işlemlere somut operasyonlar adını vermiştir. Çocuğun daha önce nesnelerle oynaması, nesneleri ikiye bölüp bir kısmını bir yere, diğer bir kısmını başka bir yere götürmesi, çocuğun somut operasyonlar geliştirmesinin temelinde yatar. Piaget’ye göre, çocuğun zihinsel gelişiminin temelinde, onun çevresiyle sürekli etkileşim halinde bulunması yatar.

Bu dönemde çocuk bir olayı diğer insanların gözünden görmeye başlar.

Kitlenin Değişmezliği: Kitlenin değişmezliği (conservation) kavramı, Piaget’nin çocukların bilişsel gelişimiyle ilgili olarak keşfettiği önemli kavramlardan biridir. Bu kavram kendini operasyon-öncesi devrede değil, somut operasyonlar devresinde gösterir. Eşit büyüklükte ve aynı biçimde olan iki bardak suya eşit miktarda su koyun ve çocuğa gösterin. Çocuk size, bardaktaki suların aynı olduğunu söyleyecektir. Daha sonra çocuğun gözü önünde, bardakların birindeki suyu daha dar ve uzun bir başka bardağa boşaltın. İnce uzun bardaktaki suyun düzeyi daha yüksek olur.

Çocuğa iki bardaktaki suyun eşit olup olmadığını sorduğunuzda, operasyon öncesi devredeki çocuk, “uzun bardaktaki su daha fazla!” diye cevap verir. Somut operasyonlar devresine girmiş bir çocuk ise “daha önceki bardaktan boşalttın, aynı miktarda su olması gerekir!” diye cevaplandırır. Çocuk, somut operasyonlar aşamasına geldiğinde, gözüyle görmüş olduğu suyun yüksekliğinin ötesine geçerek suyun miktarının ve hacminin aynı olduğunu anlayabilmektedir. Böylece çocuk değişen duyumsal verilerin ötesinde bir “değişmezlik” kavramını gerçekleştirecek düzeye ulaşır.

Değişmezlik kavramının temelinde geriye-dönüştürebilme (reversibility) yatar. Neden daha fazla su yok, bak daha yüksek gözükmüyor mu? Diye çocuğa sorulduğunda, çocuk “daha önceki bardağa boşaltsam aynı düzeye gelir!” ya da,”yeni su eklemedin ki!” gibi cevaplar verir. Demek oluyor ki çocuk o anda uzun bardakta gördüğü suyun yüksekliğini, zihninden daha önce görmüş olduğu su kütlesine dönüştürebilmektedir. Daha önce duyu organlarıyla yapılması gereken işlemler şimdi zihnen yapılabilmektedir. Geriye-dönüştürebilme, bu aşamada gelişen zihin işlemlerinden biridir.

Sınıflama: Çocuğun sınıflama (classification) becerelerinde de bu yaşta bir gelişme gözlenir. Somut operasyonların oluştuğu bu aşamada çocuk iki önemli beceriyi geliştirir. Becerilerden bir sınıf içerme (class inclusion) becerisidir, başka bir deyişle bir sınıfa (kategoriye) ait olan nesneleri, başka bir sınıfın alt dizisi olabileceğini çocuk anlar. Örneğin, köpekler hayvanlar sınıfının bir alt dizisini oluştururlar. Çocuğun kazandığı ikinci önemli beceri, daha önceki devrede ancak nesnelere dokunarak gerçekleştirebildiği sınıflama sürecini zihninde sembolik olarak yapabilmesidir.

Operasyon öncesi devreyle somut operasyonlar devresi arasındaki sınıflama farkını göstermek için şu örneği verelim. Elimizde oyuncak, hayvan, insan, otomobil gibi üzerinde değişik resimlerin bulunduğu bir deste kart (52 adet) bulunsun aklımızdan bir kart tutuyoruz, çocuğun yirmi soru sorarak bu kartı bulması isteniyor.

Operasyon öncesi devredeki çocuk tipik olarak, her kartı, “bu mu?” diye eliyle göstererek birbiri peşine sorar. Amaç yirmi soruda kartı bulmaktır. Yirmi soruda kartı bulmak gerçekten zordur. Çocuk ya tesadüfen karta rastlar, ya da çoğu kez olduğu gibi bulamaz.

Somut operasyon devresindeki bir çocuk karta bakar, kafasında kartları sınıflar ve “oyuncak gösteren bir kart mı? Otomobil resmi olan bir kart mı?” diye sorarak belirli kart sınıflarını elimine etmesini öğrenir. “sınıfları elimine etme” becerisi ancak somut operasyonlar devresinde kendini gösterir ve bu nedenle doğru kartı bulabilmesi daha yükselir.

Cinsiyet Rolleri: Somut operasyon devresinde gözlenen değişikliklerden biride, çocuğun cinsiyet rollerinin “sex roles” değişmezliğini anlamasıdır. Üç veya dört yaşındaki çocuk kadın-erkek kavramını anlamıştır ve kadını, hem gerçek yaşamda hem de resimlerde, erkeklerden har zaman ayırt edebilir. Fakat bu yaşta çocuğun anlamadığı cinsiyetin sürekli oluşudur. Ancak beş yaşına geldiğinde çocuk cinsiyetin sürekli olduğunu anlar ve elbise değiştirmek ya da saç uzatmakla cinsiyetin değişmediği kavrar. Bir anlamda daha önce nesnelerle uğraştığı “kitlelerin değişmezliği” kavramını, bireyin cinsiyetine uygulamaya başlamıştır.

Hayal ve gerçek: Somut operasyon devresinde çocuk gerçek dünya (reality) ile hayal dünyası (fantasy) arasındaki farkı da kavramaya başlar. Daha önce ana-babanın söylediği masalları gerçekmiş gibi dinleyen çocuk, bu devrede masalın gerçek olmadığını anlar ve bu kavrayış içinde masalları dinler. Çocuklar yeni yıl civarında hediye getirdiği kabul edilen Noel Baba’ya uzun süre inanırlar. Amerika’da yapılan bir araştırma çocukların 6,5 yaşına kadar Noel Baba’ya inandıklarını daha sonra onun gerçek değil bir hayal kişiliği olduğunu anladığını göstermişlerdir (Benjamin, Langley, & Hall, 1977).

Bu yaş kültürden kültüre ve her kültür içinde çocuğun içinde bulunduğu sosyal ortama göre biraz değişebilir. Örneğin, erken yaşta çalışmaya başlayan ve para kazanarak ailesini desteklemek zorunda kalan çocuğun hayal ile gerçek arasındaki ayrımı daha erken yapacağı beklenir. Yukarıda adı verilen araştırmacıların gözlemleri böyle hipotezi destekler yöndedir.

Anlatılanlar özetlenirse operasyon öncesi devreden somut operasyonlar devresine geçen çocuğun bilişsel alanda başardığı değişiklikler üç temel gurupta toplanabilir:

(1) çocuk nesnelerin ve olayların renk, biçim, yükseklik gibi dış duygusal özelliklerin baskısında kurtulup, onların kitle, hacim, sayı gibi iç özelliklerini kavrayabilecek hale gelir. Bu değişiklikler çocuğun cinsiyet anlayışında, sayı kavramının gelişmesinde, mekan ilişkileri kavramasında kendini gösterir.

(2) Okul çağındaki çocuk bir olayı diğer insanın gözüyle görebilmeyi zamanla daha iyi becermeye başlar. Operasyon öncesi devrede çocuğun düşünce tarzını Piaget ego-merkezli (egocentrich) düşünce olarak tanımlar. Ego merkezli olmaktan kurtulup diğer kişinin gözüyle dünyayı görebilmek çocuğun sosyal ilişkilerinde yani bir aşamaya yol açar.

(3) Çocuk dış dünyadaki nesnelerin yerine kafasında geliştirdiği semboller ve zihinsel operasyonlar aracılığıyla işlemler yapmaya başlar. Gördüğü nesneleri sınıflar, sınıflar arasındaki ilişkileri gözler ve dış dünyada bir değişiklik yapmadan kendi zihin dünyasında o yaşa göre oldukça karmaşık zihinsel buluşlara ulaşır.

Tabii çocuk bu değişiklikleri beş yaşına girdiği doğum gününde yapmaz. Yukarıda özetini verdiğimiz değişiklikler uzun bir zaman süresi içinde oluşmaya devam eder. Çocuklar arasında gelişme süreleri bakımından bazı farklılıkları olabilir. Bazı çocuklar 7-8 yaşında bazı zihinsel operasyonları geliştirirken, bazıları 9-10 yaşında bu gelişmeyi tamamlar. Fakat bilişsel gelişmenin her çocukta gösterdiği yön, gittikçe soyutlaşan ve karmaşıklaşan bir zihinsel operasyonlar dizisidir.

İki İle beş Yaş Arasında Bilişsel Gelişim ve Dil (Piaget)

İki İle beş Yaş Arasında Bilişsel Gelişim ve Dil

Piaget bu devreye operasyon-öncesi (pre-operationel) devre adını verir. Bu devrede daha önce kazanılan iç temsil süreçleri daha karmaşık ve çok yönlü olmaya başlar. Çocuk bu devrede kelime kullanmaya ve ilkel bir düzeyde ilk olarak bir sembol ile bu sembolün temsil ettiği nesne arasındaki ilişkiyi anlamaya başlar. Kelimeyle nesne arasındaki ilişkiyi anlayanm çocuk, böylece önüne açılan yeni dünyayı keşfetmeye başlar.

Çocuk iç temsilden, başka bir deyişle kelime, kavram ve sembollerin verdiği zenginlikten faydalanarak oyun yaşamına yeni zenginlikler getirir. Örneğin; bir ağaaç dalını at gibi kullanmaya, ana-baba rollerine girerek arkadaşlarıla yetişkin ilişkilerini taklit oyunları oynamaya başlar.bir çok çocuk hayali arkadaş icat ederek, bu hayali arkadaşı evine davet eder, beraber yemek yer. Böylece çocuklar son derece canlı, fakat tehlikesiz bir macera yaşamı denemeye başlarlar. Bu sembolik, hayali ve oyunsal maceralar sayesinde çocuk yavaş yavaş gerçek yaşama hazırlanır.

Çocuğun bu yaşta becerdiği önemli adımlardan biri nesneleri kategorilere ayırmayı öğrenmesidir. Nesnelerin büyüklük, renk, biçim gibi belirli duyusal özelliklerine göre sınıflanması, nesnenin değişmezliği aşamasından sonra kebdini gösterir. Bu nokta Piaget’nin kuramı için önemlidir. Piaget bilişsel gelişmenin adım adım ilerlediğini, her adımın kendinden daha önce geliştirilen bilişsel yapıları kullandığını ifade eder. İki yaşından önce nesnelerin değişmezliği aşamasının gerçekleşmesiyle, 2-5 yaş arasında nesnelerin sınıflandırılması aşaması arasındaki ilişki, Piaget’nin sözünü ettiği ilişkiye güzel bir örnek oluşturur.

Beş yaşına ulaştığında çocuk, bir nesneyi ayrı, bağımsız bir nesne olarak değil o nesnenin ifade ettiği sınıfın bir temsilcisi olarak görebilir. Örneğin; iki yaşındaki çocuk biri yuvarlak ve biri küp iki nesneyi aynı biçimde algılarken, beş yaşındaki çocuk yuvarlak nesneyi “küre” kavramının, diğer nesneyi “küp” kavramının bir temsilcisi olarak görebilir. Beş yaşındaki çocuk soyutlama ve genelleme adımını gerçekleşmiştir.

Dil Gelişimi: iki yaşındaki çocuk bir veya iki kelimeden oluşan ifadeler kullanabilir. Dil gelişimi 2-5 yaş arasında süratli bir gelişim gösterir. Dil gelişiminin ana hatları Tablo 4’de özetlenmiştir. Bir yıl içinde çocuğun dil gelişimi hayret verici bir hızda gelişir. Çocuk üç yaşını doldurduğunda 3-4 kelimeden oluşan cümleler kullanmaya başlar ve bu cümlelerde fiillerin geçmiş, şimdiki, ya da gelecek zamanlarını doğru olarak kullanır. Beş yaşına geldiklerinde çocuklar kendi dillerini başarıyla ve gramer kurallarına uygun olarak kullanabilecek beceriyi kazanmıştır.

Dil Ve Düşünce Arasındaki İlişki: Dil gelişimi ile çocuğun bol miktarda sembol kullanmaya başlamasını aynı devrede ortaya çıkması, araştırmacıları iki olay arasında nasıl bir ilişkinin olduğunu araştırmaya yöneltmiştir. Bildiğiniz gibi, kelimeler semboldür ve bu çağda çocuk sembolleri kullanma becerisine ulaşmıştır. Bu gözlemin sonucu olarak bazı psikologlar, sembolik düşünmenin temelinde dil gelişiminin yattığını savunmuşlardır.

Piaget tam aksini savunur; ona göre sembollerin temelinde kelime yatmaz, kelimelerin temelinde sembol kullanma yeteneği yatar. Çocuk bir ağaç dalına at gibi binmeye başladığında ağaç dalı atın yerine geçer, sembolik bir anlam kazanır. Çocuk zihninde yarattığı bir resmide sembol olarak kullanabilir. Demek oluyor ki, kelimeler çocuğun kullandığı sembol türlerinden ancak bir tanesidir, kelimelerin yanı sıra çocuk daha başka sembollerde kullanır. Piaget’ye göre dil gelişimi, çocuğun bilişsel gelişiminin belirli bir aşamaya ulaşmasının doğal bir sonucudur. Bilişsel gelişimin temelinde dil gelişimi değil, aksine, dil gelişimini temelinde bilişsel gelişim yatar.

İlk İki Yılda Görülen Bilişsel Gelişim (Piaget)

İlk İki Yılda Görülen Bilişsel Gelişim

Bebek doğumunun ilk gününden itibaren çevresini keşfetme çabasına başlar. Keşif çabasında kullandığı temel araçlar doğuştan getirdiği duyusal ve hareketsel yeteneklerdir. Piaget, daha önce de belirtildiği gibi, bu devreye duyusal-hareketsel (sensory-motor) aşama adı verir. Dokunma gibi basit duyusal verilerden, tutma ve emme gibi basit hareketlerden işe başlayan çocuk, temel süreçlerin üzerine yenilerini koyarak çevresini anlayabilecek bir bilişsel sistem geliştirmeye başlar.

Bilişsel gelişimin aşamalarından birini çocuk nesnelerin değişmediğini (object constancy) keşfederek başarır. Önceleri bebek için nesne ancak kendi görsel alanı içindeyken vardır. Nesne ortadan kaldırılınca, nesnenin yok olduğunu, ya da çıngırağın, on dakika önce eline aldığı aynı çıngırak ya da top olduğunu bebek bilmez. Onun için her an dünya yeni baştan var olur ve duyu organlarının dışında bir dünyanın varlığı düşünülemez.

Bir yaşına doğru çocuk nesnenin değişmezliği kavramını anlamaya başlar ve göz önünden kaldırılan bir nesneyi, etrafına veya masanın altına bakarak arar. İki yaşına doğru bebek dış nesne ve olayların iç temsilcilerini (internal representation) gelişmeye başlar. Nesnelerin sürekli olduğunu ve göz önünden kaldırılınca bile var olmaya devam ettiklerini anlayan çocuk, bu nesneyi bir süreçle temsil etmeye başlar. Böyle bir iç temsil süreci, kavram ve dil gelişiminin başlangıcını oluşturur. İç temsil sayesinde çocuk orada bulunmayan bir nesneyi ya da olayı temsil etme yeteneğine kavuşur.

Değişikliklerin olabilmesi için çocuk çevreye etkileşim içinde olması gerekir. Piaget’ye göre olgunlaşma süreci kendi başına çocuğun bilişsel gelişimini açıklamaz. Olgunlaşma çocuğun sinir sistemini geliştirerek onun daha karmaşık algılamalar yapabilecek bir düzeye gelmesini sağlarken, çocuğun çevresiyle duyusal ve hareketsel etkileşim yapması bilişsel gelişimin temelinde yatan öğrenme deneyimlerini oluşturur.

PIAGET’NİN BİLİŞSEL GELİŞİM KURALININ EĞİTİM AÇISINDAN DOĞRULARI

PIAGET’NİN BİLİŞSEL GELİŞİM KURALININ EĞİTİM AÇISINDAN DOĞRULARI

Pıaget araştırmasına doğrudan eğitimdeki uygulamalara katkıda bulunmak amacıyla yapmamıştır. Ancak, ortaya koyduğu ilkeler, eğitimin etkililiği ve verimini arttırmak için eğitimde yeni düzenlemeler temel oluşturmuştur.

Piaget, insanın dünya ile dinamik etkileşimde bulunan aktif bir organizma olduğunu vurgulamaktadır. İnsan ister bebek, çocuk, isterse yetişkin olsun, oturup kendisini, harekete geçirerek uyarıcılar gelsin diye beklemez. Organizma, kendi amaçlarına ulaşmak için aktif olarak çevresindeki nesneleri, olayları araştırır. Organizma, amaçlıdır, araştırıcı ve aktiftir.

Piaget’ye göre geleneksel eğitim ve eğitimcilerin görevleri çocukların zihinsel yapılarına uygun değildir; çoğu sınırlandırıcıdır. Öğretmen,etkin, çocuk ise edilgindir. Öğretmen, bir merkezde hazırlanan programdakilerin çocuklara aktarmaya çalışmaktadır. Oysa, Piaget’ye göre eğitimin görevi, bireyin sosyal çevresine uyumunu sağlamakatadır. Bu görevin yerine getirmesi için eğitim, çocuğun kalıtımla getirdiklerini, bilişsel gelişimine uygun etkinliklerle desteklemelidir. Piagete göre okul, çocuğa dışardan baskı yapmak yerine çocuğun kendi çabasının kendisinin yönlendirmesine izin vermelidir.

Piaget’ye göre eğitim aşağıdaki özellikleri taşımalıdır ( Mcnally, 1974; Wood,1988).

· Eğitim, gelişim teorilerine dayalı olmalıdır. Herhangi bir eğiti,m sistemi, okul, öğretmen, çocuklar için planlayıcı hedeflerin ve yaşantıların onların gelişim düzeyine uygun olup olmadığına onların nasıl etkileyeceğini ancak gelişim teorilerinden öğrenebilir.

· Ders konularını dışardan çocuğa sunulması, onun biliş yapılarını geliştirmeyecektir. Çocuğun biliş yapısı, yetişkinlerinkinden farklılık gösterir. Çocuğun biliş yapılarını zenginleştirmesine fırsat verecek en uygun çevreyi düzenlemek ve öğrenmesine rehberlik etmek gerekir. Düzenlenecek öğretime-öğrenme ortamı, çocuğun çevresindeki nesnelerle olaylarla, arkadaşlarıyla, öğretmeni ve diğer yetişkinlerle kolayca etkileşimde bulunmasına fırsat vermelidir. Çocuklar, öğrenme yollarını birbirinden öğrenebilmelidirler. Düzenlenecek uygun çevre etkileşimleriyle çocuğun gelişimi hızlandırılabilir. Aksi takdirde sınırlı bir çevrede de çocuğun gelişimi sınırlandırılabilir. Gelişim, “figüratif bilme” den yani nesnelerin olayların sadece duruk, fiziksel özelliklerini bilmeden, nesne yada olayın anlamını ifade eden işlemsel bilmeye doğru bir ilerlemedir. O halde düzenlenecek öğrenme-ortamıyla, çocuğun fiziksel bilme olayından, işlemsel bilmeye doğru ilerlemesi sağlanmalıdır. Buda, çocuğun öğrenme ortamında etkin olması, eşyalar, olaylar üstünde çeşitli denemeler yapması ile mümkündür.

· Okul, yaşama hazırlayıcı değil, yaşamın kendisi olmalıdır. Kişiler arası etkileşim ve tartışmalar, çocuğun ben merkezlilikten kurtularak dünyayı başkaları açısından görmesini sağlayacaktır. Bu yolla toplumda zenginleştirilecektir.

· Okullardaki eğitim programları ve uygulanan yöntemler, çocukların biliş yapılarına uygun olmalı; onların var olan biliş yapılarını özümleme ve yeniden düzenleme yoluyla zenginleştirilmelerine fırsat yaratmalıdır. Öğretmen, çocuğun başarabileceğinin üstünde öğretim yapma eğilimden uzak olmalıdır. Ancak, düzenlenen uyarıcılar, çocuklar tarafından tamamen özümlenirse de öğrenme meydana gelmez. Piaget’ye göre, hazır bulunuşluk önemli bir kavramdır. Düzenlenecek öğretme-öğrenme etkinlikleri çocukları bulundukları düzeyden alıp bir üst düzeye çıkarabilmelidir.

· Eğitimin planlanması, öğretmenin rehberliğinde çocuklar tarafında yapıldığında onların ilgi ve ihtiyaçlarına daha çok cevap verir. Ve çocukların etkin olması sağlanabilir.

· Piaget eğitimde sınavları zararlı bulunmaktadır. Sınavlar belleğe dayalı olmamalıdır. Öğrenci, kitap ve kaynaklarını kullanarak sınıfta yaptığı işin küçük bir örneğini yaparak sınav olabilir. Değerlendirilmelerde çocukların zeka bölümleri değil, onların içinde bulundukları gelişim dönemleri ve bilgi yapılarının düzeyi esas alınmalıdır.

Sonuç olarak Piaget, eğitimin bireyselleştirmesini öngörmüş, aktif okul, açık sınıf uygulamalarına temel oluşturulmuştur. Aktif yöntemlerde çocuklar, soru sormada ,araştırmada,kendilerini ve çevrelerini keşfetmede özgürdürler. Öğretmen sınıfta ders anlatmak, göstermek için değil, gözlemek, soru sormak, rehberlik etmek için vardır. Çocuklar öğrenmeye ilgi ve istek duyduklarından daha hızlı öğrenirler. Aktif yöntemle öğretmenin rolü öylesine hassas olmalıdır ki çocuğa kendi kendisinin öğrendiğini düşündürmelidir.

SOYUT İŞLEMLER DÖNEMİ (Piaget)

SOYUT İŞLEMLER DÖNEMİ

Ergenlik döneminin başlangıcından itibaren çocukların düşünme biçimleri, yetişkinlere benzer hale gelir. Bu dönemde artık soyut düşünme başlar. Bir problemin çözümü, somut yollarla sınırlanmaz. Problemde bulunan değişkenler arası ilişkileri bulur. Olası deneceleri geliştirir. Daha sonra da bu denecelerin sırasıyla test eder. Çözüme sistemli şekilde ulaşır. Bu dönemde tümevarım ve tümdengelim yoluyla akıl yürütme gözlenir.

Çocuklar soyut kavramları anlayarak etkili bir şekilde kullanabilirler. Bu dönemde çocuklar, çeşitli ideal fikirleri, değerleri, inançları geliştirmeye başlar. Toplumun yapısıyla, felsefesiyle, politikayla ilgilenir: bir değerler sistemi örgütlemeye yönelirler.

Ergenliğin başlamasıyla vücutta değişmeler meydana geldiği gibi, beyinde ve beynin fonksiyonlarında bir çok değişme gözlenmektedir. Piagetnin bilişsel gelişim kuralına göre ergen, bu dönemde somut işlemler döneminden soyut işlemler dönemine girmektedir. Ergen, tümdengelim ve tümevarım akıl yürütme yollarının her ikisini de birlikte kullanabilir. Bilişsel yöntemle denenceler üretim her birinin sırasıyla test ederek problemi çözebilir. İnhelder ve Piaget’ye göre ergenlikte beynin olgunluğu, bu işlemleri yapmaya uygun hale gelmekle birlikte, soyut işlemleri yapabilmesi çevreden gelen taleplere bağlıdır. Yani, ergenin soyut işlemleri başarabilmesi için beynin olgunlaşmasının yanısıra soyut işlem yapmasını gerektirecek bir çevrede bulunması da gereklidir. Diğer bir deyişle, tüm gelişimde olduğu gibi, soyut işlemler döneminin özelliklerini kazanabilmek içinde, olgunlaşma ve ergenin çevresiyle etkileşimlerin sonucu yaşantı kazanması gerekmektedir. Piaget, bir çok yetişkinin soyut işlemleri geliştirmediğini ifade etmektedir. Bunun nedeni de: içinde yaşadıkları çevrenin niteliğidir. Örneğin; ilkel bir toplumda yaşayan bireyin soyut işlemler yapmasına: bir problemle ilgili dereceler geliştirip bunları teker teker denemesi ve sonuca ulaşmasına gerek olmayabilir. Kısaca bireyin soyut işlemleri yapab,ilmesi için, bu tür düşünme tarzını gerektirecek karmaşık problemlerle karşılaşması gerekir. Öğretim, ergenin bilimsel yöntemi kullanmasını sağlayacak içinde düzenlenmelidir.

Piaget ve İnherder, ergenlerin bilişsel gelişim aşamalarını test etmek için ergenlere, dört farklı renk değiştiren sıvı vermişlerdir. Bunlar: sayı olarak 1,2,3,4 olarak etiketlenmiştir. Bir de “g” etiketli küçük bir şişe sıvı verilmişti. “g” etiketli bu sıvı karışıma birkaç damla eklenerek rengi ortaya çıkarmayı sağlamak için kullanılmaktadır. Ergenlerden istenen ise şudur: “ bu dört tür sıvıdan hangi iki sıvının karışımı, turuncu rengi meydana getirmektedir?”

Somut işlemler döneminde olan çocuklar, düşünmeksizin 1ve 2’yi, 3 ve 4’ü, 2 ve 3’ü, sonuç olarak bütün kombinasyonları, tesadüfen turuncu rengi buluncaya kadar denemişlerdir. Oysa soyut işlemler dönemindeki denencelerini daha sınırlı sayıda kombinasyonlarla geliştirmiş ve doğru olup olmadığını sırasıyla test etmişlerdir. Bu kombinasyonlar şunlardır:

Kombinasyon 1:(1-3,1-2 ve 3)

Kombinasyon 2:(1-4,1-2 ve 4)

Kombinasyon : (3ve 4)

Ergenler, 1 ve 3’ü bir arada 1,2 ve 3’ü bir arada karıştırmışlar eğer bir ve 3 turuncu rengi meydana getirirse 2’ye gerek yoktur. Eğer 2 ve 3 turuncu rengi meydana getirirse 1’ekibi gerek yoktur. Sonuç 1 ve 3’ün gerekli olduğunu bulduklarında 4 ekledikleri kombinasyonları test etmeye gerek duymamışlardır.

Somut işlemler dönemindeki çocuklarla soyut işlemler dönemindeki ergenler arasındaki temel fark, ergenlerin bir olayın çok değişik yönlerini görebilmeleri ve bilgiyi soyut olarak üretebilmeleridir. Ayıca dil gelişimi bakımından kavramları atasözlerinin, deyimlerin anlaşılmasında artık problemleri yoktur. Ayrıca yazılı dilinde bir yetişkin kadar etkili olarak kullanabilirler.

İlköğretimin 6.,7.,8. Sınıflarında ve lisede ergenlerin, analiz etme karşılaştırma soyut ilişkileri bulma özgün bir şey üretme, eleştiriyel düşünme gibi özelliklerini geliştirici nitelikte etkinliklere yer verilmesi gerekmektedir.

Ergenlerde gözlenen önemli bir diğer zihinsel gelişim özelliğide hipotetik koşullara göre düşünmeleridir.

Örneğin, okullarda münazara (tartışma) yaparken, bulunduğu gruba benimsemediği bir fikir savunma görevi verildiğinde, tartışmanın hatırı için b u konuda fikir üretip savunabilirler.

SOMUT İŞLEMLER DÖNEMİ (Piaget)

SOMUT İŞLEMLER DÖNEMİ

İlkokul yıllarındaki çocuklar, bilişsel yeterlilik bakımından çok hızlı değişme gösterirler. İlkokul dönemindeki, çocukların düşünmesi okul öncesi çocukların düşünmesinden çok farklıdır. Artık, tersine çevirebilme kavramı kazandıklarından korunum ilkesi ile ilgili bir sorunları da yoktur. Nesnelerin fiziksel yapılarında yada mekandaki konumlarında değişmelerle, miktar, hacim, sayı vb. özelliklerinde değişme meydana gelmeyeceğini anlarlar. Kısa ve geniş bardaktaki süt ile ince uzun bardaktaki sütün aynı miktarda olduğunu görebilirler; parçalanmış çikolatalarla kalıp halinde olanın aynı miktarda söyleyebilirler. Algılanan görüntüye göre değil gerçeği anlayarak tepkide bulunurlar.

Tüm dünyada çocukların somut işlemler döneminde okula başlamaları bir tesadüf değildir. Bu dönemde, bazı işlemlerin zihinsel olarak yapabilecek durumdadırlar. Örneğin; benim beş portakalım, senin dört portakalın var. İkimizin portakallarını bir araya getirdiğimizde kaç portakal eder? Diye sorduğumuzda problemi zihinsel olarak çözebilirler.

Bu dönemde en düzeyde gruplama yapabilirler. Bir grup bir nesnenin bir başka grubun alt sınıfı olabileceğini anlarlar. Örneğin; taşıt araçlarına otomobiller ve kamyon vb. , diğer taşıt araçları olarak gruplayabilir, otomobilleri de, benzinle çalışanlar ve mazot vb. yakıtla çalışan diğer otomobiller olarak sınıflandırılabilirler. Şema 1 de görüldüğü gibi otomobiller taşıt araçlarının bir alt grubu, benzinle çalışanlarda otomobillerin bir alt grubudur.

Çocuklar, bu dönemde nesnelerin belli özelliklerine göre sınıflayabilirler. Örneğin, nesneleri uzunluklarına, genişliklerine, ağırlığına vb. göre düzenleyebilirler. Bu beceri kazandıktan sonra geçişleri ve dönüştürmeleri daha kolay yaparlar. Örneğin; Songül İlknur’dan uzundur. İlknur da Gökçe’den uzundur. Bu grupta, en uzun kişinin kim olduğunu somut işlemler dönemindeki çocuklar kolaylıkla bulurlar.

Somut işlemler dönemindeki çocuklar ben merkezcilikten uzaklaşmışlardır. Olayları ve dünyayı, başkaları açısından da görebilirler. Ancak bu dönemde, düşünme süreçleri çocuk tarafından gözlenebilen gerçek olaylara yöneliktir. Çocuklar, somut olduğu sürece karmaşık problemleri çözebilirler. Soyut problemleri ise çözemezler. Soyut kavramları, çevresindekileri model alma yoluyla yerinde kullanmalarına rağmen, anlamlarını açıklayamazlar.

Nazlının bu cevabında tam eğitimcilerin alması gereken çok ders vardır. Eğer problemde yumurta değil simit, ciklet vb. gibi alınsaydı çocukların ilgisini daha çok çekecek, onlar için daha somut olacak dolayısıyla, gelişim düzeyine daha uygun olacaktır. Çocuk yaşamında işe yarayacak bu problemi çözmekten de zevk alacaktır.

Bu örnek olayda da görüldüğü gibi “kavram” terimi çocuk için soyut bir sözcüktür ve gereksiz olarak soru kökünde yer almaktadır. Çocuk, kavramın anlamını bilmediği için, sorunun doğru cevabını bilmesine rağmen cevaplayamamaktadır. Oysa soru kökü, çocuğun gelişim düzeyine uygun olarak sorulsaydı çocuk bitkinin tanımını kolaylıkla cevaplayacaktı. Çocuklar bu dönemde dili etkili olarak kullanmakla birlikte vatan, millet, ülke vb. soyut kavramları anlayamazlar. Soyut kavram ve deneyimlerin somut yollarla açıklanmaları gerekir. Örneğin sakla samanı gelir zamanı vb. deyimler somut olarak çocuklara açıklanmalıdır.

2. İŞLEM ÖNCESİ DÖNEM (2-7 YAŞ) (Piaget)

2. İŞLEM ÖNCESİ DÖNEM (2-7 YAŞ)

İşlem öncesi dönem ikiye ayrılmaktadır.

Bunlar;

a) Sembolik dönem yada kavram öncesi dönem (2-4 yaş)

b) Sezgisel dönem (4-7 yaş)dır.

a) Sembolik dönem yada kavram öncesi dönem:

İki dört yaşlarını kapsamaktadır. Bu dönemde çocukların dili, çok hızla gelişir ancak geliştirdikleri kavramlar ve kullandıkları sembollerin anlamları, kendilerine özgüdür; çoğu zaman gerçek değildir. Çocuklar, bu dönemde kompleks kavramları ve ilişkileri anlayamazlar. Örneğin; çocuğa, “ su çok fazla, dökeceksin” dediğinizde, çocuk “ çok fazla” gibi kavramları anlayamadığından suyu dökecektir.

2-4 yaşlarına çocuk, gözünün önünde bulunmayan yada hiç mevcut olmayan nesne, olay, kişi, varlığı temsil eden semboller geliştirmeye başlar. Örneğin; bir çubuğu at, cetveli tabanca gibi kullanabilir. Bu yaşta sembolik oyun sıkça gözlenir. Sembolik oyunlar aracılığıyla çocuklar, çatışmalarını ortaya koyabilir ve dengelerini sağlayabilirler. Çocuklar büyüdükçe sembolik oyunları anlaşılmaz hale gelebilir. Çocuklar, sembolik oyunlarında yetişkinleri yada çevrelerindeki olayları, varlıları taklit ettikleri gibi, oyunu tamamen kendilerine özgü sembollerle de oynayabilirler. Piaget, sembolik oyunun çocuğu bilişsel gelişiminde olduğu kadar duygusal ve sosyal gelişiminde de önemli etkisi olduğunu vurgulamaktadır.

· Bu dönemdeki çocuklar ben merkezlidir. Kendilerini başkalarının yerine koyamazlar. Dünyayı başkalarının açısından göremezler.

· Objeleri sadece tek bir özellikleri açısından sınıflandırılabilirler. Örneğin; renklerine göre sınıflandırma yada biçimlerine göre sınıflandırma gibi.

· Bir özellik bakımından farklı olan nesnelerin farkını göremezler. (Örneğin; yeşil üçgenlerle yeşil kareleri bir arada gruplayabilir.)

· Mantık yürütmede tümevarım yada tümdengelim yollarını kullanamazlar. Mantıkları değişken ve yüzeyseldir. Tek yönlü düşünürler. Örneğin, kedi dört bacaklı ve tüylü, küçük bir hayvandır. Buda dört bacaklı, küçük ve tüylü bir hayvan, o halde buda kedidir diyebilir.

c) Sezgisel Dönem

4-7 yaş arasını kapsar. Çocuklar bu dönemde, mantık kurallarına uygun düşünme yerine, sezgilerine dayalı olarak akıl yürütürle ve problemleri sezgileriyle çözmeye çalışırlar. Dil, hızla gelişmekte, yaşantılar yoluyla kazanılan davranışların sembolleştirilmesine yardım etmektedir.

Bu dönemde çocuklar, henüz üst düzeyde sınıflama yapamazlar. Örneğin; nesneleri biçimlerine yada renklerine göre sınıflayabilirler. Fakat ilişkilerini tam olarak farkında değildirler. Ayrıca bütün ve parça arasındaki ilişikileri kuramazlar. Örneğin; sınıftaki erkekler mi çok, kızlar mı, sorusuna eğer erkek sayısı çok ise erkekler diyebilirler. Daha sonra, sınıftaki bütün öğrenciler mi çok, erkekler mi? Diye sorulduğunda da erkekler çok cevabını verebilirler.

Korunum henüz gelişmemiştir. Korunum herhangi bir nesne yada nesne grubunun fiziksel biçimi yada mekandaki konumu değiştiğinde, nesnelerin miktar, sayı, alan , hacim vb. özelliklerini değişmeyeceği ilkesidir.

Çocuklar bu dönemde, nesnenin dikkat çekici özelliklerine odaklanmakta diğer özelliklerini gözden kaçırmaktadır. Korunumun kazanılmamasında bu özellikleri etkili olmaktadır.

Örneğin; eşit miktarda dolu olan iki süt bardağından birini, ince uzun bir bardağa, diğerini geniş bir bardağa çocuğun gözünün önünde boşaltalım. İnce uzun bardaktaki süt daha yüksek göründüğünden çocuk, o bardaktaki sütün daha çok olduğunu söyleyecektir. İki eşit miktardaki çikolata kalıbından birisini parçaladığımızda, çocuk gözü önündeki parçalara ayrılmış olan kalıbı daha çok görecektir.

İşlem öncesi dönemin önemli özelliklerinden birisi de, çocuklar işlemleri tersine çeviremezler. Piagete göre, tersine çevirme, düşünmenin önemli bir yönüdür ve korunumun başlangıç noktasıdır. Örneğin; 6+8=14 o halde 14-6=8 işlemini yetişkinler kolaylıkla yapabilir; ancak işlem öncesi dönemdeki çocuklar, bunu tersine çevirme işlemini yapamazlar. Eğer tersine çevirme işlemini işlem öncesi dönemdeki çocuklar yapabilselerdi, sütün ince uzun bardağa boşaltılmasıyla miktarın değişmeyeceğini de kolayca anlayabileceklerdi. İşte bu zihinsel dönüştürme sürecine işlemler adı verilmektedir.

İşlem öncesi dönemde çocuğun düşünmesi, fiziksel etkinliğe ve nesnelerin dikkati çeken görünüşüne bağlı olduğundan doğrum mantık yürütemezler, işlem yapamazlar.

Sonuç olarak, bu yaşlardaki, çocuklar duyumlarla elde edilen ötesine geçemezler. Yani nesnenin korunumunu kazanmamışlardır. Ancak bu dönemin sonlarına doğru, somut nesnelerle küçük sayıları toplayabilir ve çıkartabilirler.

Son yıllarda yapılan araştırmalar, Piaget’nin ortaya koyduğu bazı özelliklerin daha erken yaşlarda öğretilebildiğini göstermektedir. Örneğin; uygun etkinlikler düzenlenerek ve basit bir dil kullanılarak çocuklara korunumun öğretilebildiği gözlenmiştir (Wood, 1988; Damon, 1977; Borke, 1971). Ayrıca, Piaget’nin işlem öncesi çocuğun ben merkezli olduğu görüşü de yeniden değerlendirilmektedir. Çünkü son yapılan araştırmalar, bu yaştaki çocuklarında basit konuları, başkalarının görüşü açısından düşünülebildiğini göstermiştir. Örneğin; anne, çocuğa hasta olduğunu söyleyip yattığında, çocuğun, annenin üstüne battaniye örttüğünü, daha sessiz oynadığı, ilaç verdiği gözlenmektedir. İşlem öncesi dönemin sonuna doğru, çocukların ben merkezli davranışlarda azalma olduğu görülmektedir.

Dil Gelişimi: Normal olarak çocuklar okula gidinceye kadar temel dil becerilerini kazanmışlardır. Dil gelişimi, hem sözlü hem de yazılı iletişimle ilgilidir. Sözel iletişim daha erken gelişir, 2-5 yaşları arasında konuşmanın gelişimi çok hızlıdır. Üç yaşında iyi bir konuşmacı olabilirler, üç-dört sözcüklü cümleler kurabilir, cümlelerde fiillerin zamanlarını genellikle doğru kullanabilirler. İşlem öncesi dönemin sonuna doğru sayısız cümleyi anlayabilir ve gramer kurallarına uygun olarak konuşabilirler.

Dil gelişimi, sadece sözcüklerin öğrenilmesini değil, aynı zamanda sözcük ve cümlelerin yapısına ilişkin kurallarını öğrenmeyi de kapsar. Örneğin; çoğul yapma, sözcük üretme, cümlenin öğelerini yerinde kullanma vb. gibi. Ancak, bu dönemdeki çocuklar öğrendiği kuralları kullanırken bazen yanlış genellemeler yapabilirler. Örneğin; “ci” eki ile meslek adı türetilmektedir. Ayakkabı–ayakkabıcı, lokanta-lokantacı gibi türetmeler doğru iken, çocuklar aşırı genellemeler yaparak “manav”, “kuaför”,”bakkal”, “şoför” sözcüklerini de “ci” takısını takarak “manavcı”,”kuaförcü” vb.

Çocuğun doğumundan beş yaşına kadar olan bir gelişimi ana hatlarıyla Tablo 2 de özetlenmiştir.

Beş yaşındaki çocuklar artık, fikirlerini düzgün bir şeklide uzun cümlelerle ifade edebilmektedirler. Ayrıca, bu yaşlardaki çocuklar, dilin kuralları ve sözcüklerle oynayarak, komik cümleler ve sözcükler üretmekten çok hoşlanırlar.

Beş yaşındaki çocuklar artık, fikirlerini düzgün bir şekilde uzun cümlelerle ifade edebilmektedirler. Ayrıca, bu yaşlarda çocuklar, dilin kuralları ve sözcüklerle oynayarak, komik cümleler ve sözcükler üretmekten çok hoşlanırlar.

1. DUYUSAL – M OTOR DÖNEMİ (0-2 YAŞ) - Piaget

1. DUYUSAL – M OTOR DÖNEMİ (0-2 YAŞ) (Piaget)

Bebek, bu aşamada dış dünyayı keşfetmede duyularını ve motor becerilerini kullandığından bu döneme duyusal- motor adı verilmektedir. Bütün bebekler doğuştan reflekstif davranışlara sahiptir. Yeni doğan bebeğin dudaklarınıza dokunduğunda emmeye başlar; elinizi avucuna koyduğunuzda yakalar. Bu refleksler, çocuğun ilk biliş şemalarını oluşturur.

Başlangıçta kendisini diğer nesnelerden ayıramayan bebek, bu ilk şemaları, (emme, tutma, yakalama vb.) yoluyla kendi vücudunu keşfetmeye çalışır. Daha sonra, diğer nesnelerle etkinliklere başlar. Çıngırak, fincan vb. nesneleri tutar, emer, vurur. Onları, kendisinde var olan şemalarla tesadüfen keşfeder. Örneğin; çıngırağı ağzına götürdüğünde bundan hoşlanmayabilir. Kendisinde var olan şemayı yeniden düzenleme yoluyla çevresini anlamayı sağlayacak yeni bilişsel yapılar geliştirmeye başlar. Gelecek sefer çıngırağı eline verdiğinizde, sadece ağzına götürmez, elinde sallar. Örneğin; yeni doğan bebeğe mama şişesini ters olarak verdiğinizde de emmeye çalışır. Oysa bir yada iki ay sonra biberonun ne tarafından emileceğini öğrenir.

Bebeğin, çevresiyle etkileşimleri sonucu edindiği yaşantılarla oluşturduğu yeni bilişsel yapıla, refleksif davranışlardan, amaçlı davranışlara doğru ilerlemesini sağlar. Artık bebek, kendisine ilginç gelen bazı davranışları sadece tekrar etmez aynı zamanda bazı basit problemleri çözmeye de çalışır. Örneğin; beş aylık bebek, gözünün top battaniyenin altına saklandığında onu aramaktan vazgeçer; oysa sekiz aylık bebek, onu aramaya devam eder. Çünkü bebek, nesne gözünün önünden kaldırıldığında onun yok olmadığını öğrenir. Nesnenin sürekliliğinin gelişimi, bilişsel gelişimde önemli bir adımdır. Daha ileri düşünmenin gelişimi için bir basamaktır.

Bebek gözünün önünde kaybolan nesnenin yok olmadığını anladığında, onu zihninde tutacak semboller kullanmaya başlar. Böylece nesne hakkında düşünebilir. Bellek az gelişmiş olmakla birlikte, bu durum belleği kullanmaya başladığının göstergesidir.

Duyusal-motor dönemde diğer bir önemli gelişme de deneme – yanılma öğrenmesinin oluşumudur. Örneğin; çocuğun istediği bir topu çocuktan uzağa bir battaniyenin üstüne koyduğumuzu düşünelim. Çocuk battaniye ulaşabilmekte fakat topa ulaşamamaktadır. Bu durumda, küçük bebekler topa birkaç kez ulaşmaya çalışır fakat daha sonra vazgeçer. Daha büyük bebekler, doğrudan topa ulaşamadıklarını gördüklerinde, başka bir yolu denerler. En sonunda, muhtemelen, battaniyeyi çekerek topa ulaşabileceklerini keşfederler.

Çocuklar, duyusal-motor döneminin sonlarına doğru başlangıçtaki deneme- yanılma yoluyla problem çözme davranışlarından, daha planlı bir yaklaşımla zihinsel olarak sembolleştirir, resmederler. İşte bu duruma düşünmenin başlangıcı adı verilir. Nesne ve olayların içsel temsilcilerinin oluşturulması kavram ve dil gelişiminin başlangıcını oluşturur. Çocuk gözüznün önünde olmayan nesne ve olayları zihninde temsil edebilir. Düşünmenin başlangıcı olarak nesnelerin zihinde sembolleştirilmesi bilişsel gelişim önemli bir adımdır. Örneğin; oyun parkında oynayan bir çocuk dışarıya kaçan topunu almak için çevresini gözler; topa ulaşmasını sağlayacak bir nesneyi (çubuğu vb.) bulur ve kullanır. Burada çocuk problemi deneme–yanılma yoluyla çözmemiştir. Problemi düşünüp, anlıyarak, çözümü tasarlamış ve zihinsel olarak sonuca ulaşmıştır.

PIAGET’YE GÖRE GELİŞİM DÖNEMLERİ

PIAGET’YE GÖRE GELİŞİM DÖNEMLERİ

Plaget, bilişsel gelişimi dört temel evreye ayırmıştır. Bunlar sırasıyla; duyusal motor, işlem öncesi, somut işlemler, soyut işlemler dönemleridir. Plaget’ekibi göre çocuk bir dönemde kazanması gereken tüm şema ailesine sahip olup gerekli biliş yapılarını oluşturduğunda o dönemdeki gelişimini tamamlamaktadır.

Plaget tüm çocukların bu gelişim aşamalarının sırasıla geçirmesi gerektiğine inanmaktadır. Bir gelişim dönemini atlayarak diğerine geçemez. Ancak çocukların gelişim dönemlerine girme ve tamamlama yaşları birbirinden faklılık gösterebilir.


Bilişsel Gelişim

Yeni doğan çocuğun başetmesi gereken en önemli problem yaşadığı dünyayı öğrenmesi anlamasıdır. Bu problem yetişkinlere kolay görünebilir. Yetişkin dünyanın kapsamı hakkında ayrıntılı bilgi edinmiştir. Çocuk dünyanın kapsamında olan sayısız şeyi öğrenmekle karşı karşıyadır.

Bireyin, çevresindeki dünyayı anlamasını ve öğrenmesini sağlayan aktif zihinsel faaliyetlerde gelişime BİLİŞSEL GELİŞİM adı verilmektedir.

Bilişsel gelişim; bebeklikten yetişkinliğe kadar bireyin çevreyi, dünyayı anlama, düşünme yollarının daha kompleks ve etkili hale gelme sürecidir ( Sönmez, 2000, sayfa 90 ).

Piaget, Bruner ve Vygotsky çocuğun çevresindeki dünyayı değişik yaşlarda nasıl ve niçin böyle gördüğünü ve algıladığını belirlemeye çalışmışlardır (Senemoğlu, 2001, sayfa 39).

GERİ ÇAĞIRMA

GERİ ÇAĞIRMA

Kısa süreli belleğin içeriğinin bilinçli olabileceğini düşünelim. Sağduyu, buy bilgiye ulaşmanın hemen gerçekleşeceğini söyler. Bu bilgiye ulaşmak için kafa yormamız gerekmez. Orada durmaktadır. O zaman geri çağırma bilinçteki maddelerin sayısına bağlı olmamalıdır. Ancak bu kez sağduyu yanıltıcıdır.

Geri çağırmanın her seferde bir maddenin incelendiği kısa süreli bellek, aramasını gerektirdiğini gösteren bulgular vardır. Bu dizinsel arama çok seri bir hızla-gerçekte fark edemeyeceğimiz kadar hızlı-gerçekleşir. Bu tür bir aramanın gerçekleştiğine dair bulguların çoğu Stenberk’in (1966) başlattığı deney türünden gelmektedir. Deneyin her bir denemesinde, deneye seçici olarak kısa süreli belleğinde tutması gereken ve bellek listesi adı verilen bir dizi sayı gösterilir. Her bir bellek listesi, 7 sayıdan az sayı içerdiğinde, deneyin bilgiyi kısa süreli belleğinde tutması kolaydır. Daha sonra, bellek listesi ortadan kaldırılır. Ve birkaç saniye sonra sınama sayısı verilir. Deneğin sınama sayısının listede olup olmadığına karar vermesi gerekmektedir. Örneğin, bellek listesi 3,6,1, ve sınama sayısı da 6 ise denek “evet” yanıtını vermelidir; aynı bellek listesi ile birlikte sınama sayısı 2 olarak verildiğinde deneğin “hayır” yanıtını vermesi gerekir. Sınama sayısı verildiğinde bellek listesi ortadan kaldırılmış olduğundan, sınama sayısının, listenin kısa süreli bellekte kodlanmış hali ile karıştırılması gerekmektedir. (Cüceloğlu, S:315)

Kısa süreli bellekteki bilgi sürekli farkında olduğumuz için, bizden istendiğinde bilgiyi, hemen hiç zaman geçmeden bulup çıkarmak mümkünmüş gibi düşünürüz. Günlük yaşamda, kısa süreli bellekteki biribirimle ilgili sorulan soruya verilen cevabı bulmak için, sanki hiç zaman geçmiyormuş gibi bir izlenim ediniriz. Örneğin, yukarıdaki isim listesi verildikten sonra, size “listede Necla ismi var mıydı?” diye sorsalar, sorunun sorulmasıyla, sizin evet veya hayır diye cevap verişiniz arasında hiç zaman geçmiyormuş gibi düşünebilirsiniz. Bu izlenim yanlıştır.

DEPOLAMA (STORAGE)

DEPOLAMA (STORAGE)

Depolama, saklama, depo. Biliş psikolojisinde, sıkça bellekle eş anlamlı olarak kullanılan bir terim. (Budak, S: 204)

Kısa süreli belleğin küçük bir kapasitesi vardır. Ortalama olarak bu kapasite yedi birimliktir. Bazı kimseler beş birimden sonra, bazı kimselerse dokuz birimden sonra kısa süreli belleklerinde hata yapmaya başlarlar. Kısa süreli belleğin kapasitesini 7+2 olması sizi hayrete düşürebilir, çünkü günlük yaşamımızda kişilerin belleklerinin değişik yetenekler gösterdiğini gözlemlemişizdir. Günlük yaşamda bireyler arasında gözlemiş olduğumuz bellekteki yetenek farklılığı, uzun süreli bellekten ileri gelir. Kısa süreli belleğin kapasitesi yukarıdaki 7+2 formülüyle ifade edilebilir. Bu gözlemi ilk yapanlardan biri bellek üzerine çalışmalarıyla ünlü Alman psikologu Ebbinghaus’tur. (1855) Amerikalı psikolog George Miller, kendi çalışmalarında 7 rakamını tekrar görmüş ve kısa süreli belleğin kapasitesini “sihirli rakam 7 “ adı altında belirtmiştir. (Atkinson, S: 173)

Kısa süreli bellek hakkında belki de en şaşırtıcı gerçek, oldukça sınırlı bir kapasitesi oluşudur. Ortalama olarak bu sınır 7 maddedir, ancak bu sayı iki madde değişebilir. (7+2) bazı kişiler beş madde saklayabilirken, dokuz maddeyi tutabilirler. Bellek yetenekleri bakımından bireylerin birbirinden oldukça farklı olduğu açıkken, tüm insanları kapsayan kesin bir sayı vermek tuhaf görünebilir. Ancak bu farklar, esasen uzun süreli belleğe ilişkindir. Kısa süreli bellek içinse normal yetişkinlerin çoğunun kapasitesi 7+2 ‘dir. Bu tutarlılık deneysel psikolojinin ilk günlerinden beri bilinmektedir. (Cüceloğlu, S: 310-311)

KODLAMA (ENCODİNG)

KODLAMA (ENCODİNG)

Belli bir işaret sisteminde belli bir işarete anlam yüklenmesi Örneğin “ruh hastası” bir işaret deyimdir ve çeşitli şekillerde yorumlanabilir(yani kodlanabilir)Psikiyatride bu insan çoğunlukla tedaviye ihtiyacı olan, hasta, vb. şeklinde anlaşılır. Buna karşılık aynı insan din dilinde sıklıkla “tanrıya yakın” kişi ya da “ruhuna şeytan girmiş” olarak yorumlanır.(Budak, S;327)

Dış çevredeki uyarıcıların hepsi algılanamaz . belirli bir seçme süzgecinden geçirildikten sonra ancak belirli bir kısmı algılanır. Seçilen uyarıcılar algılandıktan sonra kısa süreli belleğe geçer. Bu demektir ki, dış çevrede bulunan uyarıcıların ve olayların bir çoğu kısa süreli belleğe ulaşamaz.

Belleğe girmemiş olayların, deneyimlerin hatırlanılması söz konusu değildir. Çoğu kimseler belleklerinden şikayet ederler;büyük çoğunlukla bu kimselerin şikayetleri belleklerinden değil, seçici algılama süreçlerinden kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle, neye dikkat edip neye dikkat etmemeleri konusunda bir aksaklık vardır. Sorun, kodlama aşamasındadır. Örneğin, yarım saat önce bakkala gitmiş bir arkadaşınıza bakkalın ayakkabısının rengini sorun,size doğru cevap veremez;çünkü bakkalın ayakkabısının rengine bakmak ve onu aklında tutmak onun dikkat ettiği bir konu değildir.(Atkinson, S;173-174)

Bilgiyi , kısa süreli belleğe kodlamamız için ona dikkatimizi yöneltmemiz gerekir. Neye dikkatimizi yönelteceğimiz konusunda seçici olduğumuz için kısa süreli belleğimiz yalnızca seçilmiş olanları içerecektir. Bu karşılaştığımız şeylerin çoğunun kısa süreli belleğe hiç girmediği ve tabi ki daha sonra hatırlanmasının mümkün olamayacağı anlamına gelmektedir. Aslında bellek sorunları adı verilen güçlüklerin çoğu, gerçekte dikkat yoğunlaştırmadaki aksamalardır. Örneğin, manavdan alışveriş yaptıktan sonra biri size satıcının göz rengini sorsa, dikkat etmemiş olabileceğinden büyük olasılıkla cevap veremeye bilirsiniz

Dikkat, bir bilgiye yoğunlaştırıldığında, bu bilgi kısa süreli belleğe kodlanır. Daha önce belirtildiği gibi kodlama, bilginin bellekte yalnızca tutulmadığı, aynı zamanda belirli bir biçimde veya şifre halinde saklandığı anlamına da gelmektedir. ( Cüceloğlu, S: 309)

Belleğin Temel İşlevleri

Belleğin, kodlama, saklama ve çağırma olmak üzere üç aşamalı bir işlevi vardır. Birinci aşama kodlama aşamasıdır. Bu aşamada öğrenilecek bilgi, diğer bilgilerden farklı bir biçimde kodlanır. Kodlamayı bilgiyi depolama işlevi izler. Buna saklama denir. Kodlanmış ve depolanmış bilgilerin üçüncü aşaması ise çağırma ve endişeyle hatırlamadır.

Bu üç aşamalı işlev, bellekte şöyle bir mekanizmanın varlığını gösterir; kısa süreli belleğe gelen bazı bilgiler uzun süreli belleğe aktarılır ve orada saklanır. Bir bilginin hatırlanması için, onun bellekte kodlanmış ve depolanmış olması gerekir. Ancak bu da yeterli değildir. Bellekte saklanmış olan bilginin aranıp bulunması bilinç altına çıkarılması gerekmektedir. Örneğin;kimi zaman sınavda sorulan bir sorunun cevabını , kağıdımızı verdikten sonra hatırlarız. Bu durum, çağırma işlevinin aksadığını gösterir.(Selman, S;83)

İlkokul birinci sınıfta alfabeyi öğrenmeye çalışan bir öğrenciyi düşünelim. Öğretmen tahtaya “A” harfini yazar ve harfin nasıl okunduğunu söyler. Bir süre sonra öğretmen harfi tahtaya yazar ve, diyelim ki Ali’den okumasını ister. Ali “A” harfini doğru olarak söyler. Ali’nin “A” harfini söylemesi, onun belleği sayesinde mümkün olmuştur. Bu olayda üç aşama yer alır.

Birinci aşama kodlama (coding) aşamasıdır. Ali, öğretmen harfi gösterdiği zaman belleğine bu harfi, diğer harflerden farklı olabilecek şekilde kodlamıştır. Kodlamadan sonra Ali geçen süre içinde kodladığı bilgiyi bir yerde depolamıştır. Bu aşamaya depolama (stroge) aşaması denir. Öğretmen yenide sorduğu zaman Ali depolamış olduğu bilgiyi bulmuş ve geri getirmiştir. Bu aşamaya ara-bul-geriye getir (retrieval) aşaması denir.(Atkinson, S;170)

Bir sabah bir öğrenciyle tanıştığınızı ve size adının Ali Gürsel olduğunu söylediğini düşünelim. Aynı gün öğleden sonra onu tekrar gördünüz ve “sen, Ali Gürsel’sin . bu sabah tanışmıştık” dediniz. Belli ki adını hatırladınız. Ancak, bunu tam olarak nasıl yaptınız?

Belleğinizin bu üç mahareti üç aşamaya bölünebilir. İlk olarak, tanıştığınızda Ali Gürsel’in adını bir şekilde belleğinizde saklarsınız. Bu kodlama evresidir. Ali Gürsel’in adının söyleyişine karşılık gelen fiziksel olguyu(ses dalgalarını) belleğin kabul edeceği kod türlerine dönüştürdünüz ve bu kodu belleğinize yerleştirdiniz. İkinci olarak, bu iki karşılaşma arasında geçen sürede bu ismi aklınızda tuttunuz ya da sakladınız. Bu, saklama evresidir. Ve üçüncü olarak, ikinci kez karşılaştığınızda sakladığınız ismi hatırladınız. Bu da, geri çağırma evresidir.

Bellek,bu üç evreden herhangi birinde başarısız olabilir. İkinci karşılaşmada Ali’nin adını hatırlayamadınız, bu kodlama, saklama ya da geri çağırma evrelerindeki bir başarısızlıktan kaynaklanabilirdi. Bellek üzerinde yapılan son araştırmalar, farklı durumlarda her bir evrede gerçekleşen işlemleri, bu işlemlerin nasıl aksadığını ve bellek başarısızlıklarıyla sonuçlandığını saptamayı hedeflemektedir.(Cüceloğlu, S;307-308)

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN ETKENLER VE EĞİTİM İLKELERİ

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN ETKENLER VE EĞİTİM İLKELERİ
1.Öğrenme güdülere bağlıdır. Bu nedenle, öğrenme de, yapılabildikçe, çocuğun gereksinme, ilgi ve güdülerinden hareket etmek gerekir.
2.Kişinin fizyolojik, psikolojik ya da toplumsal güdüleri, öğrenmeyi yönlendiren ve kalıcılığını sağlayan bir güce sahiptir.
3.Kaygının öğrenme üzerindeki etkisinden eğitimde de yararlanılabilir. Fakat bunda pek de aşırı gitmemek gerekir.
4.Öğrenme üzerinde göz ve kulak gibi duyu organlarının etkisi vardır.
5.Öğrenmede kişinin “amaç”ı, ilgisi, dikkati,isteği ve istenci önemlidir. Bunları da uyanık tutmak gerekir.

Okullarda kullanılan öğrenciyi etkileme yöntemleri aşağıdaki gibidir:
Övme ve Yerme:Öğrencinin yaptığı olumlu davranışların övülmesi; olumsuz olanların yerilmesi öğrenmeyi etkiler. Övmenin ve yermenin öğrenmeye hem olumlu hem de olumsuz etkileri vardır Eğer öğretmen yerinde ve yeter derecede kullanırsa, ikisi de etkili olabilir. Ancak, birini ötekine üstün görmek gerekirse, öğrenciyi öğrenmeye etkilemede övme, yermeden daha üstündür.
Ödüllendirme:Ödül; öğrenciye 1) İstenilen davranışları yaptırmak için uygulanan özendiricileri; 2) İstenilen davranışın yerleşmesini sağlayan pekiştiricileri içerir. Buna göre; ödüllendirme, istenilen davranışları yerleştirmek için öğrencide haz yaratacak özendiricileri ve pekiştiricileri uygulamaktır. Özendirici ve pekiştiriciler, öğrenciye haz veren tüm güdüleyicileri kapsar. Övülme, bir güdünün doyurulması, amaca ulaşma, başarılı olma, göze girme, beğenilme, sevilme, okşanma, bir olanağa kavuşma, bir yarar sağlama gibi tüm uyarıcı ve pekiştiriciler öğrenciye haz verdiği oranda ödüldür.
Cezalandırma:Ceza öğrenciye 1) İstenilmeyen davranıştan alıkoymak için uygulanan önleyiciler; 2) İstenilmeyen davranışın yinelenmemesi için konulan yasaklayıcılardır. Buna göre cezalandırma, istenilmeyen davranışı yaptırmamak için öğrenciye elem verecek önleyiciler ve yasaklayıcıları uygulamaktır.
Gözdağı Verme:Gözdağı, yıldırma ve korkutmayı içerir. Yıldırma, öğretmenin öğrenciye kötü davranması; korkutma ise kötü sonuçları göstermesidir. Gözdağı öğrencinin kişiliğine uygun ve uygulanabilir olmalı; uygulandığında eğitsel amacına ulaşabilmelidir. Tersi olduğunda, gözdağını veren öğretmenin öğrenciler üzerindeki etkisi düşmeye başlar.
Yarışa Sokma:İnsanın başkalarından üstün ve ileride olma isteği, onu yarışmaya yöneltir. Öğrenmede yarışma isteğinden yararlanmak gerekebilir. Ancak yarışmanın istenen amaca ulaşması için zamanı, süresi ve düzeyi önceden planlanmalıdır. Yarışma yararlı olabilir ama iyi düzenlenmemiş bir yarışmanın zararı daha çoktur. Kimi öğrenci, kıskançlık, başarısızlık, hırs, içedönüklük, saldırganlık vb. tutumları geliştirebilir. Öğrencinin, daha önceki başarılarının üstünde başarı elde etmesi için,kendi ile yarışması gerekir. Bu tür yarışma en iyisidir.
Başarılı Kılma:Öğrenmeye güdülemede ve disiplinin sağlanmasında, öğrencilerin öğrenim görevlerini başarmasını sağlamak ve onlara başarmanın tadını arttırmak, yukarda açıklanan güdüleme yöntemlerinden daha etkili ve daha eğitseldir. Başarılı olma, insanın önemli güdülerinden biridir. Eğer öğrenci, yaptığı çalışmaların başarıya ulaşacağını görürse öğrenmeye güdülenir. Böylece başarının kendisi, öğrenme için bir ödül olur. Başarılı olma güdüsünün kaynağında bilinmeyeni bilme, beğenilme, kendini tanıtma, başkalarınca benimsenme, bir kümeye ya da sınıfa ilişkin olma, öz gerçekleştirme güdülerinden biri ya da birkaçı bulunduğunda, öğrencinin başarıya güdülenmesi daha da güçlü olur.

ÖĞRENMEDE BİREYSEL AYRILIKLAR

ÖĞRENMEDE BİREYSEL AYRILIKLAR

Bireysel ayrılıklar, öğrencinin öğrenme hızını, düzeyini, öğrenmeye ilişkin ilgi ve dikkatini, öğrenmenin kalıcılığını etkiler. Bireysel ayrılıklar, gerek kalıtımın gerekse çevresel faktörlerin etkisiyle ortaya çıkar.

Bunlardan ilki anne ve babadan alınan genetik mirastır. Ancak hangisinin önemli olduğu kesin belirlenmemiş olmakla birlikte genetiğin daha ağır bastığı söylenir. Çünkü birey ne kadar iyi ve sağlıklı ortamda olursa olsun gelişim ve öğrenme genlerin izin verdiği ölçüde meydana gelir.

ÖĞRENMENİN AKTARILMASI

ÖĞRENMENİN AKTARILMASI

Söz konusu aktarmanın öğrenmeye katkısı varsa olumlu aktarma olur. Bir otomobil kullanmayı öğrenen kişi diğer marka otomobili de kullanabilir.

Diğer taraftan önceki öğrenme yeni öğrenmeyi olumsuz etkiliyorsa yani engelliyorsa bu olumsuz aktarma olur.

Örneğin; iki parmak daktilo kullanmayı bilen biri on parmak daktilo yazmayı öğrenmeye çalıştığında zorlanır.

ÖNCEKİ ÖĞRENİLENLERİN AKTARILMASI

ÖNCEKİ ÖĞRENİLENLERİN AKTARILMASI

Yeni bir öğrenme olurken esli öğrenmelerden de etkilenir ve her yeni öğrenme eskisinin üzerine kurulur. Örneğin; yetişkinler hemen hemen hiçbir öğrenmeye sıfırdan başlamaz, eskisinin üzerine kurarlar.

Bu durumda öğrendiklerimizi eş durumlarla kullanırız. Okulda matematik dersinde öğrendiklerimizi günlük yaşamda alışverişte kullanırız.

Okullardaki eğitimde her konu daha önce öğrenilmiş olan başka konularla bağlantılıdır. Bir derste kullanılan kavramlar diğer derste ters düştüğünde öğrencinin öğrenmesi zorlaşır. Bu yüzden öğretilenler arasında bütünleşme yapılmalıdır.

ÖĞRENME ÜZERİNE DİKKATİN ETKİSİ

ÖĞRENME ÜZERİNE DİKKATİN ETKİSİ

Dikkat ederken bütün zihinsel yeti ve yeteneklerimiz etkin hale geçer. Bu da öğrenme sürecinin oluşmasını kolaylaştırır. Dikkat, özellikle bilinçli olan her öğrenme için gereklidir.
Dikkat iki biçimde olur: 1. Kendiliğinden dikkat, 2. İstençli dikkat. Kendiliğinden dikkatin ilgi ve güdülerle ilişkisi vardır. Herhangi bir konuya karşı ilgi gösteren kimse, o konuyu öğrenirken gerekli olan dikkati de kendi içinde bulur.

İstençli dikkate, bireyin bir amaca ulaşmak için, kendini zorlaması söz konusudur. Bunun içinde bireyde, işe karşı bir istek bulunması ve dıştanlı da olsa güdünün kuvvetli olması gerektir.

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN DIŞ ETKENLER

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN DIŞ ETKENLER

Öğrenmeyi, kişinin dışında ki fiziksel etkenler de etkiler. Örneğin; hiçbirimiz soğukta fazla bir öğrenme gücü gösteremeyiz. Bunu n gibi çok sıcakta da çalışamayız. Isının 20-22 santigrat derecesinde olması iyi bir öğrenme için normal sayılmaktadır. Rutubet oranının %50 civarında olması da normaldir.

Havanın kirli ya da temiz oluşu öğrenme üzerinde etkilidir. Temiz havanın bir dakika da , her bir insan için 1350 cm3 olması iyi bir ölçüt sayılıyor.

Az ve çok ışık da öğrenmeyi olumsuz yönde etkiler. Elektrikle yapılan etkiler metrekare başına 25 lümenlik bir ışık düşmesi gerekiyor. Bundan başka ışık soldan ya da yukarıdan gelmelidir. Bu durumda kişi, okuma ve öğrenmeye engel olan gölgelerden kurtulmuş olur.

Gürültünün öğrenme üzerindeki etkisi de önemlidir. Verimli çalışmanın olabilmesi için, yapılabildiği kadar gürültüden sakınmak gerekir. Bununla birlikte, fazla sessizlik sağlamak olanağı bulunmadığından, çocuk, evin fazla olmayan gürültüsünden rahatsız olmayacak kadar bir alışkanlık da kazanmalıdır.

Müzikle çalışma, kimi insanlarda daha çok verimli olabilir. Gürültü üzerinde yapılan araştırmalar, aynı yeğinlikteki gürültülerin daha az sakıncalı olduğunu göstermiştir.

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN BİR ETKEN OLARAK “ ZEKA “

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN BİR ETKEN OLARAK “ ZEKA “

Zeka, bazı psikoloklarca öğrenme yeteneğinin bir ölçüsü olarak görülmektedir. Diğer bir değişle, zeka yükseldikçe daha çok öğrenme olduğu düşünülür. Çocukların okumayı öğrenmek için ortalama 6-6,5 zeka yaşında olmaları gerekir.

İnsanların, zeka testleri ile ölçülen, zeka düzeyleri onların ne kadar kolaylıkla öğrenebilec4ekleri konusunda büyük farklar olduğunu ortaya koymaktadır. Yani öğrenme hızının, kişinin zeka durumuyla yakın ve doğrudan doğruya bir ilişkisi vardır.

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN BİR ETKEN OLARAK “YAŞ”

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN BİR ETKEN OLARAK “YAŞ”

Yaş da öğrenmeyi etkileyen fizyolojik etkenlerden sayılır. Fakat bunda çok ileri gitmenin yanlış olduğu psikologların, özellikle Thorndike nin yaptığı araştırmalardan anlaşılmaktadır.

Yaş öğrenme yeteneği bakımından bireyden bireye değişen geniş bir ayrılık göstermektedir. Kimi kimseler, uzun bir süre öğrenme yeteneğini sürdürebiliyorlar. Bunlar öğrenmeyi daha çok amaçta ararlar ve öğrenme amacımıza bağlıdır derler. Bunlara göre insan gereksinme duyduğu bir şeyi her zaman öğrenebilir. Öğrenme, öğrenme konusunun türüne bağlıdır. Bu psikologa göre zihinsel çabayı gerektiren kimi konular, ancak 40 yaşından sonra öğrenilebilir. Beceriye dayanan konuların öğrenimi de daha çok gençlikte olabilir.

DİĞER BEDENSEL BOZUKLUKLARIN ÖĞRENMEYE ETKİSİ

DİĞER BEDENSEL BOZUKLUKLARIN ÖĞRENMEYE ETKİSİ

Bunlardan başka öğrenmeyi etkileyen beden, yahut fizyolojik bozukluklar da vardır. Öğrenme için bunların da giderilmesi gereklidir. Bu tür rahatsızlıkların başlıcaları, bademcik, adonoit, eklem rahatsızlıkları, burunda ki ahtapot vb.

Bu gibi durumlarda da çocuğun rahatsızlıklardan kurtulması için onu doktora gönderip sağaltımını sağlamada çevrede ki bütün olanaklardan yararlanılmalıdır.

BİR DUYU ORGANI OLARAK “KULAK”

BİR DUYU ORGANI OLARAK “KULAK”
Aynı titizliği, ağır işiten çocuklara karşı da göstermek gerekir. Sağırlık çok değişik derecelerde olur. Bunların tanınması daha zordur. Bu gibi çocuklar,sınıf içinde öğretmenin ağzına çok dikkat ederler. Böylece kulak aracılığı ile alabilmiş oldukları eksik uyaranları göz aracılığı ile tamamlamaya çalışırlar.
Bunların da gözlerinin çevresi ve alınları genellikle kırışık olur. Ağır işiten çocukların oranı da %3-%30 kadardır. Öğretmen bu gibi çocukları doktora göndermeli ve gerekli önlemlerin alınmasında aileye yardımcı olmalıdır.

BİR DUYU ORGANI OLARAK “GÖZ”

BİR DUYU ORGANI OLARAK “GÖZ”
Yapılan incelemeler öğrencilerde %20-30 arasında çeşitli göz bozuklukları olduğunu ortaya koymuştur. Bunların başlıcaları : 1.Miyopluk, 2.Hipermetropluk, 3.Astigmatlık, 4.Şaşılık, 5.Renk körlüğüdür.
Göz hastalıkları, kalıtım yolu ile kişiye bir “anıklık” halinde geçebilir; fakat,sonradan yanlış alışkanlıklarla da ortaya çıkabilir. Örneğin, kitabı gözlere iyice yaklaştırmak ve az ışıkta çalışmak, göz merceğinin biçimini bozmasına ve sonuç olarak da imgenin sarı lekenin önüne uygun bir ortam hazırlar ve böylece, zamanla miyopluk oluşur. Miyoplar yakını görürler,uzağı göremezler.
Astigmatlık göz merceğinin esnekliğinin yitirilmesinden ve gelen ışınları daha çok çeşitli biçimlerde kırmasından ileri gelir. Bu hastalıkta, kişinin gördüğü şeyler karışık olur. Şaşılık göz kaslarının birey tarafından denetim altında tutulmasının sonucudur. Bu da ameliyatla ve gözlükle düzeltilebilir. Renk körlüğünde birey, kimi renkleri hiç göremez ya da başka bir renk olarak görür. Bu gibilerin sayısı toplum içinde pek azdır.
Göz bozukluğu olan çocukları okulda tanıdıktan sonra, doktora göndermek ve sağaltımını sağlamak, öğretim işimizi kolaylaştıracağı gibi;çocuğu türlü sıkıntı ve başarısızlıklardan da kurtaracaktır. Göz hastalıkları, çocuğun başarısızlığına olduğu kadar onun uyumsuz ve sinirli bir kişilik geliştirmesine de yol açar.

ÖĞRENME ÜZERİNDE DUYU ORGANLARININ ETKİSİ

ÖĞRENME ÜZERİNDE DUYU ORGANLARININ ETKİSİ
Göz, kulak, deri, burun gibi duyu organları bedenin dışarıya açılan birer pencereleridir. Canlı, dışardan bilgiyi bu organlar aracılığı ile alır. Gerçek yani sağlam ve doğru olan bilgilerimizin kaynağı, duyu organlarımızdır. Çünkü bilginin temeli olan algılar duyumların zihnimizde birleşmesi ve bir anlam kazanması ile oluşur. Duyum ise duyu organları aracılığı ile alınan izlenimlerdir. Hayvanlar, duyum düzeyinden yukarı çıkamazlar. Duyumların zihinde birleşerek bir anlam kazanması demek olan algıların, algılar yardımı ile kavram ve uslamlama gibi zihin işlemlerinin oluşması insanlara özgü birer zihin sürecidir.
Yukarıda ki öneminden dolayı duyu organlarına ve onların sağlığına önem vermek zorundayız. Bir kimsenin duyu organları ne kadar normal çalışırsa o kimse o kadar sağlam bilgi sahibi olabilir. Duyu organları, aynı nedenlerden dolayı zekanın gelişmesine de etki yapmaktadır.
Duyu organlarının hepsi öğrenme üzerine aynı derecede etkili değildir. Bunların içinde en fazla etkili olan “göz” dür. Göz aracılığı ile alınan uyaranlar diğerlerine göre daha kuvvetlidir. Bunların zihinde saklanması ve gerektiğinde anımsanması daha kolaydır. Bundan sonra, “kulak” gelir. Zihnimizde oluşan kavramların büyük kısmı, bu iki organ tarafından kazanılmıştır.
Her insanın duyu organları bakımından kuvvetli olduğu taraf birbirine benzemez. Kimi insanlar, göz yolu ile aldığı uyaranları diğerlerinden daha fazla süre saklar ve istenildiği zaman anımsarlar. Kimileri de, daha çok işittiklerini saklar ve anımsarlar.

GENEL UYARILMIŞLIK HALİ VE KAYGI

GENEL UYARILMIŞLIK HALİ VE KAYGI
Herhangi bir öğrenmenin yapılabilmesi için bireyin uyarılmışlık haline gelmesi gereklidir. Kişi tamamen uyanık değilse ve bütün enerjisini yaptığı iş üzerinde yoğunlaştırmamışsa, iyi bir öğrenme yapması beklenmez.
Bu durumun tersi olarak, çok aşırı uyarılmışlık düzeyi de öğrenmeyi engeller. Böyle bir durumda olan kişi o kadar çok uyarılmıştır ki enerjisini yaptığı iş üzerinde yoğunlaştırmakta zorlanır. Çünkü bu durumda “ heyecan “ yada “ kaygı “ söz konusudur.
Genel uyarılmışlık hali gibi “ kaygı “ da önemli bir öğedir. Yapılan çalışmalarda akademik yeteneğin kaygı ve öğrenme arasındaki ilişkide önemli rolü olduğu saptanmıştır. Akademik düzeyi yüksek öğrenciler yüksek düzeyde kaygı duysalar bile, bu durum onların öğrenmelerini pek fazla etkilemez. Akademik yeteneği düşük olan öğrencilerde yeteneğin az olması kaygısının yükselmesi için başlı başına bir nedendir. Akademik düzeyi orta olan öğrencilerde ise kaygı düzeyi yüksekse, öğrenme başarısı azdır.
Olgunlaşma ve motivasyon: Öğrenme ferdin olgunlaşma seviyesine tabidir. Olgunlaşma şümul sahası çok geniş olan muhit şartlarının çizdiği hudutlar içinde, muntazam bir şekilde ilerleyen veya öğretim ve pratik gibi ferdi uyartıcı hususi şartlar mevcut olmadan usule gelen büyümedir. Öğrenme faaliyetinin teşvik ve uyartılması bakımından doğuştan gelen motivasyonlarla, sonradan olanları birbirinden lüzumsuzdur. Öğretmenin bilmesi lüzumlu ve lüzumsuz davranışların bilinçli bir şekilde öğretilmesidir.

ÖĞRENMEDE PSİKOLOJİK VE TOPLUMSAL GÜDÜLER

ÖĞRENMEDE PSİKOLOJİK VE TOPLUMSAL GÜDÜLER
Psikolojik ve toplumsal güdüler bireyi,öğrenme davranışına yönelten psikolojik ve toplumsal etkenlerdir. Fizyolojik güdülerin doğuştan var olmalarına karşın psikolojik ve toplumsal güdüler öğrenme ile kazanılır ve kişinin içinde yaşadığı topluma göre biçim alır. Bu nedenle bunlar toplumdan topluma,kültürden kültüre değişirler.
Kimi psikologlar psikolojik ve toplumsal güdülerinde fizyolojik güdülere bağlı olduğunu,bunlardan çıktığını söylerler. Bunlara göre,herhangi bir toplumun örneğin,açlık ve cinsellik güdülerini doyurma biçimi başkadır.

1.Toplanma güdüsü:Toplumsal güdülerden biri, “toplanma güdüsü” dür. Bu insanın diğer insanlarla ilişki kurmasını,onlarla bir arada bulunmasını sağlar. Bu,toplulukta yapılan kimi etkinliklerden insanın hoşlanması ile kendini gösterir. Bir sinemada,tek başına film seyretmek ile toplu halde film seyretmek arasında fark vardır.
2. “Üstün olmak” güdüsü:Bu güdü,herhangi bir grupta “kendini göstermek” biçiminde görülür. Buda toplumdan topluma değişmektedir. Bir çok toplumlarda,yaşayan her kişide,az ya da çok üstün olma güdüsü vardır. İnsanların,bir konu üzerinde geceli gündüzlü çalışması,ömür tüketmesi başka türlü nasıl açıklanabilir. Herkesin,bu güdüsünü doyurmak için seçtiği etkinlikler birbirine benzemez .Bu güdüyü,kimisi laboratuarlarda çalışarak,kimisi radyoda ve meydanlarda konuşarak,kimisi yazarak,kimisi de atölyesinde ya da tarlasında çalışarak doyurur. İnsanları etkinliğe,yaratıcılığa götüren ve yaşama bağlayan belki en kuvvetli güdü budur.
3.Başkalarını övgüsünü kazanmak güdüsü:Üstün olmak ile ilgili başka bir güdüde başkalarını övgüsünü kazanma güdüsüdür. Yaptığımız her işin başkaları tarafından beğenilmesini ve kabul edilmesini isteriz. İşlerimize ona göre biçim veririz. Yapılacak eleştirileri önceden düşünür ve ona göre davranışta bulunuruz. Bu toplum kuralları ile de yakından ilgilidir.
Öğretimde yukarıdaki iki güdüden çok yararlanırız .Öğrenci,sınıftaki arkadaşları içinde bir yer yapmaya çalışır;yaptığı her hareketi,öğretmeninin beğenmesine önem verir. Öğrenci bu güdülerini doyurduğu zaman bundan “doygunluk” duyar ve sonuca ulaşmak için çaba harcar.
“Güdü” bireyi davranışa yönelttiği gibi öğrenmenin de hızlanmasını ve sürekliliğini sağlar .Bu güdüsüz öğrenme olmaz demektir. Psikologlarca güdü,öğrenmenin en temel koşulu sayılmaktadır.
4.Yenilik arama ve değişikliklerden hoşlanma güdüsü:Bu güdüler, bireyi dış dünyayı tanımaya,araştırmalar yapmaya yöneltir. İnsanları, gezilere,sinemalara,tiyatroya hatta kitap okumaya yönelten güdü budur. Eğitim ve öğretim etkinlikleri, bu güdülerden yararlanmaya çok elverişlidir.
Gates (Geyts) ve arkadaşları, güdülerin ödevlerini üç kısımda toplamaktadırlar:
1.Öğrenme sırasında, davranışların canlı ve istekli olmasını sağlar .Güdülemek, bireyde saklı olan enerjiyi ortaya çıkarır: Övme .azarlama,not,ödül verme vb…
2.Bireyin kendisiyle ilgili tepkilerde bulunmasını sağlar: Bireyin, bir gazetede kendisiyle ilgili kısımları seçmeye ve öğrenmeye çalışması bundandır.
3.Güdüler, bireyin davranışlarına yön verir:Birey, yaptığı işin sonunda, alacağı sonucu görebildiği oranda başarısını artırır.
Okulda öğretmene düşen önemli bir ödev, çocuklarda güdü yok ise, bunları uyandırmak; az ise kuvvetlendirmektir. Bu amaçla zaman zaman yarışmalar da yaptırılır; fakat, bunda çok da ileri gitmemek gerektir.

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN FİZYOLOJİK ETKENLER

ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN FİZYOLOJİK ETKENLER
Öğrenmede fizyolojik etkenlere,”fizyolojik güdüler” de denir. Bunlar,canlı varlığın bir” denge” halinde kalabilmesi için gereklidir. Böyle bir denge sağlanmadığı sürece birey,kendini huzursuz hisseder;bu gereksinmelerini gidermek için etkinlikte bulunur. Açlık ve susuzluk gibi güdüler böyledir.
Öğrenme için en temel koşul,organizmanın en yüksek derecede uyarılmış olmasıdır. Buna öğrenme için “duyarlık kazanma” da denir. Uyurken öğrenme olabilirse de bunun çok yüzeysel olabileceği kabul edilmektedir. Etkili bir öğrenmenin olabilmesi için organizmanın,çevresine karşı uyanık olması gerekir .Bu da her şey den önce fizyolojik güdülerle sağlanır.
Bireyin temel fizyolojik gereksinmelerine dayanan güdülere hayvansal güdülerde denmektedir .Fareler üzerinde yapılan deneylerden anlaşıldığına göre güdüler doyurulmadığı sürece,fare huzursuz olmakta ve bedensel etkinliklerini arttırmaktadır.

1.Açlık güdüsü: Açlık,bireyin en önemli fizyolojik güdüsüdür. Çok duyarlı araçlarla psikologların,bu konuda yapmış oldukları deneyler acıkan farenin,yiyecek aramak için çok sayıda beden hareketi yaptığını göstermiştir. Farenin hareketleri başka bir yere,bir araçla kaydedilmiştir. Bu deneyde farenin hareketleri isli kağıt üzerindeki çizgilerde görülmüştür.
İnsanlar üzerinde yapılan deneylerde de açlık duygusunun,mide kasılmalarının sayısını arttırdığı görülmüştür. Aç iken kanın kimyasal yapısında da bazı değişiklikler olduğu sanılıyor.
Hayvanların yiyeceklere karşı gösterdikleri istek,tamamen fizyolojik güdü ya da gereksinmelerle açıklanabilir. İnsanların iştahı üzerine böyle bir genelleme yapmak olanağı yoktur. Çünkü,insanlar herhangi bir yemeğe karşı çeşitli etkenlere etkisi altında iştah belirtisi gösterebilirler.
2.Susuzluk güdüsü:Susuzluk güdüsü de davranış üzerine,açlık güdüsü gibi etki yapar. Beyaz farelerin bir günde içtiği su,beden yüzeyi ile doğru orantılıdır. Yapılan deneylere göre,fareye bir saat su verilmezse -diğer gereksinmeleri doyurulsa da- fare,gene aşırı derecede etkinlikte bulunur. Susadığımız zaman ağzımız ve boğazımız kurur. Bu, bedende ki su kaybının bir belirtisidir. Bu halde mideye su verilince,bir süre sonra su gereksinmelerinin gittiği görülmüştür. Bedenlerinden çeşitli miktarda su çıkarılan köpeklerin,bir süre sonra bu suyu yeniden aldıkları görülmüştür. Bedende ki su miktarının “hipofiz bezi”nin çıkardığı bir salgı tarafından ayarlandığı bilinmektedir. Açlık ve susuzluk güdülerine “cinsellik güdüsü” de eklenebilir.
3.Diğer fizyolojik güdüler:Bireyi etkinliğe götüren diğer fizyolojik güdüler arasına “oksijen gereksinmesi” , “yenen besinlerden sindirilmeyen kısımların bedenden atılması” gibi güdülerde katılmaktadır. Buna, “beden ısısını koruma” güdüsü de eklenebilir. Bu gereksinme,beynin altındaki “hipotalamus” bölgesi tarafından,kendiliğinden sağlanmaktadır. Bununla birlikte bireyde fazla sıcakta soğuk şeyler yemek ve içmek,soğutucu kullanmak suretiyle buna yardım ediyor. Soğukta da -bunun tersine- yiyecek ve giyeceğini ayarlıyor.
4. “Etkinlik” ya da “dinlenmiş halde bulunmak” güdüsü:Bireyin etkinlik gereksinmesi de bir güdü biçiminde görülmektedir. Etkinlik aracılığıyla kan dolaşımı hızlanır,oksijen bedene daha çok girer Bu da canlının yıpranmasına engel olur, dinçliğini arttırır .Özellikle oksijen,beyin hücreleri için çok gereklidir. Buradan “insanın öğrenebilmesi” için “dinlenmiş halde bulunmaya yani yorgun olmamaya gerek olduğu sonucu ortaya çıkar. Yorgun olduğumuz zamanlarda verimli çalışamayız.

Fizyolojik güdülerin etki oranı :Yukarıdaki fizyolojik güdüler,bireyin yaşamına hangi oranda etki yapmaktadır?Bu konuda iki yönteme göre alıştırma yapılmıştır:
1.Bir güdüyü başka bir güdü ile karşılaştırarak bireyin hangi güdüyü seçtiğini anlama yöntemi
2.Engel koyma yöntemi
Güdüleri, “içgüdü”lerle karıştırmamak gerekir. İçgüdü doğuştan getirdiğimiz ve öğrenme ile yani sonradan değiştiremediğimiz belirli davranışlardır. Kuşların yuva yapması örümceğin ağını örmesi,arını bal yapması,yeni doğan çocuğun meme emmesi gibi. İçgüdülerin öğrenme ile ilgisi yoktur. Yapılan psikolojik araştırmalar,fareden insanlara doğru yükseldikçe içgüdü sayısının gittikçe azaldığını göstermiştir. İnsan gibi yüksek dereceli hayvanlarda,bunun yerine “uslamlama” yeteneği gelişmiştir. İnsanlar,davranışlarını düşünerek,uslamlama yaparak(akıl yürüterek) yaparlar. İnsanlarda,bunu merkezi sinir sistemi sağlamaktadır. Beyin,insanlarda çok karmaşık bir hal almıştır Sonuçta,öğrenme zihinsel gelişimin ürünüdür.
İnsanlarda,fizyolojik gereksinmelere dayanan davranışların çoğu “öğrenilmiş” tir. Yani öğrenme yolu ile kazanılmıştır. O artık fizyolojik değerini yitirmiş ve toplumsal bir biçime bürünmüştür. Toplum,bu konularda bir çok kurallar ortaya koymuştur. İnsanlar,bu güdülerini toplumun kurallarına göre doyurmak zorundadırlar.
İnsanlarda,içgüdü ve diğer güdüler,zamanla yerlerini alışkanlıklara bırakırlar. Yani,bir tepki yinelendikçe artık o tepki,kendisini ortaya çıkaran “güdü” olmaktan çıkarıyor ve bir “alışkanlık” haline geliyor. Bu nedenle,insanlar kimilerine göre, “alışkanlıkları ile yaşayan bir yaratık” olarak kabul edilmektedir Eğitim de, -bu anlamda- bir alışkanlık kazandırma sürecidir

Öğrenmeyi Etkileyen Faktörler

“Öğrenmeyi” etkileyen etkenler çok çeşitli ve karmaşıktır. Bunların her birini, diğerlerinden ayırarak incelemek pek zordur. Psikologlar, bu alanda sayısız deneyler yapmışlardır. Ben burada ”güdü” başta olmak üzere bunların önemlilerine değineceğim.
Güdülerin kaynağı, bireylerin gereksinimleridir.”Gereksinme” bedende herhangi bir nesnenin azalmasına ya da yokluğuna dayanır. Gereksinme, kendini, giderilmesi gereken fizyolojik bir “güç” ya da “gerilim “biçiminde ortaya koyduğu zaman “dürtü” (drive) oluşur. Örneğin, aç ve susuz kalmamak, bireyin bir “gereksinmesi” dir. Açlık ve susuzluğun organizmada yaptığı “fizyolojik gerilim” hali bir “dürtü” dür.
Dürtünün organizmada belli bir davranışa yönelmesine de “güdü” (motive” denir. Böylece, dürtü, daha çok fizyolojik; güdü de, daha çok psikolojik bir terimdir. Güdülerin gerçeklerle teması sonucunda “davranış” (behavior) ortaya çıkar. Davranışın ortaya çıkmasıyla da “öğrenme” oluşur. Bunlar, şöyle simgesel bir formülle gösterilebilir.
Gereksinme (Dürtü, güdü) Davranış Öğrenme Öğrenme, bireyin kendi yaşantısı aracılığıyla oluşan “kalıcı davranış geliştirme süreci” dir. Bu, nasıl gerçekleşir? Bireyi davranışa yönelten etkenler, aynı zamanda, öğrenmenin de etkenlerinden biri olabilir.
Davranışın nedeni, değişik tür ve şiddetteki güdülerdir. “Güdüleme” halinde birey, daha çok içten gelen bir “itki” ya da “dürtü”nün, kimi zaman da dış etkenlerin de etkisiyle, bazı etkinlikleri yapmaya çalışır. Bu bakımdan, “öğrenmede”de, “güdüleme”ye, özellikle “içtenli güdüleme”ye büyük önem verilir.
Anlaşılmış olacağı üzere, “dürtüler” ya da “itkiler”, güdülerin bedensel ya da fizyolojik temelini oluşturur. Güdüler ise, hem fizyolojik hem de toplumsal olabilir.
İlk filozoflar, kişinin herhangi bir işi yapması için “istenç”e önem vermişlerdi. Böyle bir davranış bilimde, her hareketin bir nedeni olması gerektiğini belirten “nedensellik” ilkesine aykırı düşer. Bu nedenle, kişiyi davranışa götüren etkenleri tanımak, “öğrenme” -daha geniş anlamıyla- “eğitim” eğitim sürecine egemen olmak için gereklidir. Bunların da başında “güdüler” gelir.

Öğrenmede güdüler üç yönden önemlidir.
1. “Güdü”, davranışı oluşturan en önemli koşuldur. Örneğin, aç olmayan organizmaya yiyecek gösterilse de, salya çıkarmaz.
2. “Güdü”, “pekiştirme” için de gereklidir. Bu nedenle güdü, öğrenmenin temel koşuludur. Örneğin, yiyecek aç bir organizma için uygun bir ödüldür; su da susamış bir organizma için.
3. “Güdü”, davranışın değişkenliğini de denetler. Yani, davranışın şu ya da bu yönde olmasını sağlar. Böylece, organizmanın doğru tepkide bulunabilme olasılığı artar.§
Öğrenme sürecinin anlaşılması açısından önem taşıyan bir başka kavram da pekiştirmedir. Ödüllendirilen davranışların daha çabuk ve kalıcı biçimde öğrenildiği ilkesine dayanan pekiştirmede pek çok tartışmaya yol açmış bir kavramdır.
Öğrenme sürecinde rol oynayan başka pek çok etken bulunduğunu öne süren psikoloji bilginlerine göre çağrışım kuramı evrensel bir geçerlilik taşımaktadır. Örneğin,Gestalt okuluna göre öğrenme yalnızca çağrışım yoluyla değil,çevredeki ilişkilerin yeniden yapılandırılmasıyla gerçekleştirilir. Dil yetisinin psikolojik boyutlarını inceleyen ruh dil bilim uzmanları dil öğreniminin çağrışım kuramıyla açıklanamayacak kadar çok sözcük ve birleştirme kuralının öğrenilmesi içerdiğini vurgulamaktadır.
Çağdaş öğrenme kuramlarından ele alınan başka bazı önemli konular,öğrenilmiş şeylerin kullanılmasında güdülenimin rolü;öğrenilmiş bir şeyin öğrenilecek olanlara etkisi;öğrenme aşamaları;anımsama,unutma,bilgi tazeleme süreçlerinin yapısı ve canlının evrimsel gelişim aşamasıdır.

Öğrenmeyi etkileyen etkenleri genel olarak bölümlere ayırırsak;
1. Güdülenme
2. Fizyolojik etkenler
3. Psikolojik etkenler
4. Isı,ışık,rutubet ve gürültü gibi çevresel etkenler
5. Çalışma yönteminin yeterli ya da yetersiz oluşu
6. Genel uyarılmışlık hali ve kaygı
7. Duyu organları
8. Yaş ve zeka
9. Önceki öğrenilenlerin aktarılması

Psikolojide Araştırma Yöntemleri

Her bilimin kendine özgü bir konusu olduğundan bilimler konularına uygun yöntemleri geliştirmek zorunda kalmışlardır. Nitekim , maddeyi inceleyen fizikle, canlıyı inceleyen biyoloji aynı yöntemleri kullanmazlar. Bunlar gibi , organizmaların davranışlarını inceleyen psikoloji de konusuna uygun yöntemleri kullanır.

A)BETİMSEL YÖNTEMLER

Bu yöntemler bir davranışın , bir olayın , bir ilişkinin betimlenmesini sağlarlar. Betimleme sözlü olabileceğin gibi sayılarla da olabilir. Bu gruba tarama yöntemi (testler , anketler) ,doğal gözlem , görüşme ve vak’a (olgu) incelemesi girer:

1- Tarama yöntemi

Tarama yöntemi; soru listesi , görüşme gibi tekniklerden yararlanarak, belirli özelliklere sahip olan insanları ilgilendiren ya da olayı , o an ki durumuyla saptama amacı güden bir araştırma yoludur. Genellikle bu yöntemle çok sayıda kişiye ulaşmak istenir.

Tarama yöntemi ; öğrenci ve öğretmen sorunlarının saptanmasında , oyların siyasal partilere dağılımının belirlenmesinde , pazar araştırmalarında , kamu oyu yoklamalarında çok kullanılır. Bunun için testlerden ve anketlerden yararlanılır.

Testler :

Test, bireyin yeteneğini , zekasını , kişilik yapısını , başarısını ortaya çıkaran bir ölçer ,bir araçtır.

Test yokuyla bireyleri birbiri ile karşılaştırmak ve değerlendirmek mümkün olmuştur. Örneğin , üniversite giriş sınavlarında uygulanan testler , öğrencilerini başarı durumuna göre sıralar.

Test , psikolojinin önemli araştırma yöntemlerinden birirdir.Günümüzde özellikle eğitim ,endüstri ve psikiyatri de yaygın olarak kullanılır.

Anketler :

Bir konuda düzenlenmiş soruların ilgili kişilere sorarak ya da göndererek bilgi derlemeye anket denir. Anket yönteminden daha çok kişilerin görüşlerini , kanılarını toplamak için yararlanılır. Anketin geçerliliği , soruların iyi hazırlanmış olması kadar anketi cevaplayanların içtenlikli olup olmamalarına bağlıdır.

2- Doğal gözlem

Doğal gözlem, organizmanın içinde bulunduğu fiziksel durumu ve onun bu durum karşısında ki davranışlarını doğal halde incelemektir. Gözlemde gözleyici , duruma ya da olaya herhangi bir müdahalede bulunmaz; varolanı saptamakla yetinir. Psikolojinin hemen her dalında gözlem kullanılır ; çocuk ve hayvan psikolojisi gibi toplumsal psikolojide de gözlemden yararlanılır. Söz gelimi , parmağını kesen bir çocuğu, bir fareyi yakalayan kediyi , bir maçta heyecanlanan kişileri gözleyebiliriz. Duruma ve olaya hiç karışmadan sadece gördüklerimizi betimlemekle bir çok bilgi edinebiliriz.

3- Görüşme

Konuşma ve konuşturma yoluyla bireyin değerlendirmesine görüşme denir. Görüşme bilgi edinmek amacı ile yapıldığı gibi , ruhsal bozuklukların tedavisi için de kullanılır. Psikoloji ve psikiyatrinin önemli araştırma yöntemlerinden biridir. Görüşme yöntemi , görüşmeyi yapan kişiye dayandığından oldukça özel bir yöntemdir.

4- Vak’a (olgu) İncelemesi

Bazı durumlar da bireyi değerlendirmek ya da davranışlarını anlamlandırmak için geçmiş yaşantısını ve çevresini yakından tanımak gerekebilir. O zaman bireyden yaşamı boyunca başından geçen önemli olayların anlatmasını istemek, ilişki kurduğu insanların ona nasıl bir etki de bulunduğunu öğrenmek gerekir. İşte , bireyin geçmişimde yer alan önemli olayları betimsel bir biçimde yansıtan “bireysel öykü” ye vak’a tarihçesi ya da incelemesi denir.

5- İstatistiksel yöntemler

Psikolojik araştırmalardan elde edilen sonuçların bir çoğu sayılar şeklindedir. Ancak sayısal bilgileri elde etmek yeterli değildir. Bilgilerin ne anlama geldiğini ve bunlardan nasıl geçerli sonuçlar çıkarılabileceğini de bilmek gerekir. Bunun için de istatistiksel yöntemlerden yararlanılır.

İstatistik, sayı ile belirtebilen verilerin elde edilmesinde , sınıflandırılmasın da , sunulmasında kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntemle önce veriler toplanır ve bir araya getirilir. Daha sonra toplanan veriler sınıflandırılır. Bunu verilerin sunulması izler. Sunma , metin ya da tablolar şeklinde olabileceğin gibi grafikler şeklinde de olabilir.

B) KORELÂSYONEL YÖNTEMLER

Korelasyon , iki dizi puan ya da ölçüm arasında ki karşılıklı ilişki anlamına gelir. başka bir değişle , elde edilen değerler , özellikle , puanlar arasında ki bağıntıyı gösterir. Psikolojide çok kullanılan yöntemlerden biridir. Örneğin, şu soruların cevaplandırılmasın da korelasyon kullanılır: Ölçülebilen beden özellikleri ile karakter arasında nasıl bir ilişki vardır ? Şişman olmakla , başkalarına hakim olma eğilimi arasında bir bağıntı var mıdır ? Okulda alınan üstün notlar zeka derecesine bağlı mıdır ? İçe dönüklülükle sanatkarlık arasında bir ilişki var mıdır ?

Korelasyon büyüklük bakımından 0′ dan +1′ e , gene 0′dan -1′e kadar çıkabilir. Buna göre iki değer arasındaki korelasyon +1,00 ile -1,00 arasında dağılabilir. Söz gelimi , cebir problemlerini çözme ile avcılık arasındaki korelasyon 0′dır. Bu, iki değişken arasında hiç bir korelasyon (bağıntı) olmadığı anlamına gelir. Bunun yanında araştırmalar yüksek ders notları ile zeka derecesi arasındaki korelasyonun orta derecede olduğunu göstermiştir. Çünkü zeka derecesinin dışında çeşitli etkenler sınıfta yüksek not olmaya neden olmaktadır. Farklı korelasyon miktarları 0 ve 1 arasında bir sayı ile belirtildiğinden 0,8 ya da 0,9′luk bir korelasyon yüksek 0,4 ile 0,6 arası orta ve 0,2 ile 0,3 arası düşüktür.

Aralarında bağlantı bulunan iki cinsi verinin ya da değerin değişme yönleri aynı ise korelasyon pozitif , bu ilişki ters yönde ise bu takdirde korelasyon negatif olur.

C) DENEYSEL YÖNTEMLER

Deney yöntemi laboratuar içinde olduğu kadar , laboratuar dışında da kullanılabilir. Dolayısıyla bir deney sırasında , değişik psikoterapi yöntemlerinin etkilerini, bu yöntemleri farklı fakat benzeri duygusal bozukluklara sahip insan grupları üzerinde deneyerek araştırmak mümkündür . Deney yönteminde önemli olan yer değil , mantıktır. Bu böyle olmakla birlikte , bir çok deney özel laboratuarlar da gerçekleştirilir ; bunun da başlıca nedeni , koşulların kontrol edilmesi için özel gereçlerin , bilgisayarların ve başka aygıtların gerekli olmasıdır .

Laboratuarın ayırt edici özelliği , deneyi yapan kişinin , koşulları dikkatle kontrol edebildiği ve değişkenler arasındaki ilişkilerin bulgulanması için ölçümler yapılabildiği bir yer olmasıdır. Değişken , değişik değerlerle ortaya çıkabilen bir şeydir. Örneğin , öğrenme yeteneği ile yaş arasındaki ilişkiyi bulgulamaya yönelik bir deneyde , hem öğrenme yeteneği hem de yaş , değişik değerlere sahip olabilir . Öğrenme yeteneği yaş arttıkça sistematik olarak değiştiği için , bu iki değişken arasında düzenli bir bulgulayabiliriz .

Değişkenler üzerinde tam bir kontrolün sağlanabilmesi , deney yöntemini diğer gözlem yöntemlerinden ayırır. Eğer deneyi yapan kişi öğrenme yeteneğinin , kişinin uyku süresine bağlı olup olmadığını bulgulamaya çalışıyorsa , değişik denek gruplarının geceyi laboratuar da geçirmesi sağlanarak uyku süresi kontrol edilebilir. İki grubun sırasıyla saat 23:00′te ve 01:00′de uyumasına izin verilirken , 3.grub sabah saat 04:00 değin uyanık tutulabilir. Deney yapan kişi , tüm denekleri aynı saatte uyandırıp hepsine aynı öğrenme işini vererek daha fazla uyku uyuyan deneklerin görevin üstesinden daha çabuk gelip gelmediklerini belirleyebilir.

Bu incelemede , farklı uyku süreleri öncel koşullar ; öğrenme performansları ise bu koşulların sonuçlarıdır. Deneğin yaptığından bağımsız olması nedeniyle öncel koşula , bağımsız değişken adı verilmektedir . Öncel koşullar da yer alan değişikliklerden etkilenen değişkene ise bağımlı değişken denilmektedir.

Psikolojide deneyler bir tek denek üzerinde yapılabildiği gibi , iki ya da daha fazla grup üzerinde de yapılabilir. Gruplar oluşturulurken bir yandan aynı özellikte olan deneklerin gruplara alınmasına , öte yandan koşulların bütün denekler için aynı olmasına özen gösterilir. Bu şekilde oluşturulmuş gruplardan birine , sonucunu anlamak istediğimiz “Bağımsız değişken” uygulanır. Öteki grubun içinde bulunduğu koşullar üzerinde ise hiç bir değişiklik yapılmaz. grup deneylerinde üzerinde bağımsız değişkenin uygulandığı gruba “deney grubu” , ötekine de kontrol gurubu denir.

KAYNAKÇALAR

1. ERDEM, Selman, Psikoloji Ders kitabı, Fil Yayınevi, İstanbul, 1999, s( 20-25)

2. ATKİNSON, L. Rita, ATKİNSON, C.Richar, HİLGARD, R. Ernest, Psikolojiye Griş 1, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1995, s(20-21)

3. MORGAN, T.Clifford, Psikolojiye Griş, Hacettepe Üni. Psikoloji Böl. Yay. s(22)