4 Nisan 2008 Cuma

DUYGUSAL GELİŞİMLE İLGİLİ KAVRAMLAR

DUYGUSAL GELİŞİMLE İLGİLİ KAVRAMLAR

Duygu: Bir şeyin iç dünyamızda uyandırdığı izlenimdir.

Heyecan: Olumlu yada olumsuz çoğunlukla yoğun duyulan ve organizmada gerginlik yaratan duygulardır.

Refleks: Çocuğun dünya ile tanıştığından itibaren kendisine yardımcı olan etmenlerden biridir.

Haz ve Elem: Karşılaşılan durumlar ne derece ihtiyaçları karşılarsa o ölçüde mutluluk ve rahatlık verir. Buna haz denir. İnsanlar, duyguları tatmin edilmediği zaman gerginlik ve mutsuzluk duyarlar. Buna da elem denir.

Anksiyete (Anxiety:Endişe)

Anksiyete (Anxiety:Endişe)

Sorunun ne olduğunu bilmeksizin duyulan belirsiz bir korku olarak tanımlanabilen anksiyete, erişkin ve çocuklarda çeşitli biçimlerde görülen gerginlik, sinirlilik, kısaca hoş olmayan bir duygusal durumdur. Çocukta saldırganlık, cinsel yada bağımsızlık dürtülerini yeterince ifade edememenin sıkıntısıyla anksiyete görülebilir. Yeni doğan bir kardeş de bu endişe haline neden olabilir.

Çok sıkılıkla anksiyete bazı olumsuz ortamlar ve beklentiler sonucu oluşur. Örneğin, yeterince anne baba sevgisi olmadığını ya da kötü bir hareketin cezalandırılacağını düşünmek veya terk edilerek yalnız bırakılmak gibi.

Annesinin kendisini unutacağı düşüncesiyle yuvada uyumak istemeyen çocukla , istemediği sınıf içi faaliyetlerinde mide bulantısı gibi psiko-somatik belirtiler gösteren çocuğun sorunu birer endişe ürünüdür.

Öfke - Heyecan Çeşitleri

Öfke

Engelleyici nesne ve durumlar, bireyde öfke yaratır. Öfke faal bir üzüntü halidir. Daha çok çocukların istekleri ve ihtiyaçlarının karşılanmaması durumunda beliren duygusal bir ifadedir.

Öfke tepkileri ilk çocukluk döneminde kısa sürer. Yapılan incelemelere göre ilk sekiz yıl içinde bu tepkilerin süresi beş dakikayı geçmez.

Öfkeden hemen sonra çocuğun neşeli bir havaya girdiği görülür.


Kıskançlık - Heyecan Çeşitleri

Kıskançlık

Kızgınlık sonucu oluşan, insanlara yönelik bir içerleme tutumu olarak tanımlanabilir. Kıskançlığın nedeni ve ifade biçimi büyük ölçüde psiko-sosyal etkileşim ortamıyla çocuğa yöneltilen uyarımlara bağlıdır.

Kıskançlığı oluşturan ortam çoğu kez toplumsal kaynaklı olup özellikle çözüm sevdiği kişileri içerir. Kıskançlık, beklenen ilgi, sevgi ve şefkat eksikliğine karşı verilen doğal bir yanıttır. Bireyin sakladığı kızma duygusu, gücenme olarak da tanımlanabilir.
İlk çocuklukta kıskançlık, ana babayı yada ona bakan bireyleri içerir, çünkü çocuk, ilgi ve şefkate şiddetle arzular, sık sık kendini diğer bir çocukla kıyaslanma içinde bulur. Küçük çocuklarda kıskançlık ise, genellikle 2-5 yaşları arasında eve yani gelen bir kardeşin gelmesinden kaynaklanan çok genel bir duygusal bir deneyimdir. Küçük kardeşe duyulan kıskançlık, çocukların yaşamında en yaygın kıskançlık örneğidir. Kardeşine vurma, ısırma, sık rastlanan davranışlar arasındadır.

Kıskançlık nedeniyle, çocukta görülebilecek alt ıslatma, tırnak yeme, parmak emme gibi gerileme belirtileri, onun ruh sağlığını büyük ölçüde etkiler. Bu nedenle anne ve babanın daha kardeş dünyaya gelmeden çocuklarını bu konuda hazırlamaları, doğum sonrası bebeğin bazı işlerini (beslenme, temizlik, giyim gibi) , kontrollü bir şekilde çocuğa yaptırmaları en uygun çözümdür.


Korku - Heyecan Çeşitleri

Korku

Bir tehlike karşısında ya da bir tehlikeyi düşünürken duyulan kaygı. Korkular, yaşla paralel olarak artmaktadır. Korkuyu oluşturan bütün uyarımlardaki ortak özellik, ani ve birdenbire oluş, bunun sonunda da çocuğun yeni duruma uyum göstermemesidir.
Bir çocuğun ne zaman ve neden korkacağını saptamak oldukça zordur. Korkunun
oluşumu, çevredeki koşullara, uyarının veriliş biçimine, geçmiş yaşantılarla, o andaki fizyolojik ve psikolojik duruma bağlıdır.

Korku durumundaki tepkiler, o objeden uzaklaşma isteği, ağlama, nefes tutma gibi farklı davranış biçimleri şeklinde görülür. Üç yaşından sonra heyecanların giderek kontrol altına alındığı dikkati çeker.

Çocuğun Korkularını Etkileyen Başlıca Faktörler:
1) Zeka
2) Cinsiyet
3) Sosyo-ekonomik Statü
4) Sosyal İlişkiler
5) Fizyolojik Koşullar
6) Kişilik Yapısı

Bu dönemde en sık rastlanan korkular arasında, hırsız, hayali yaratıklar, köpek, karanlık, motor gürültüsü, şimşek, ani ses ve yalnız kalma sayılabilir. 6-12 yaşlarından itibaren bu karakteristik korkuların giderek azaldığı, bunların yerlerini bedensel yaralanma, okulla ilişkili olaylar ve sosyal ilişkileri içeren korku türlerinin aldığı görülür.

Çeşitli araştırmalar, genellikle korkuların 6 yaşından 12 yaşına kadar giderek azaldığını göstermektedir.

Çocuğun başından geçen olumsuz bir olay ya da deneyim, onda bazı korkuların oluşmasına yol açabilir. Örneğin, hastaneye ilişkin hoş olmayan bir deneyim geçiren çocuk, hemşire ve doktordan korkabilir. 2-3 yaşlarında çoğunlukla çocukların korkulu rüya görerek uyandıkları görülür.

Tehdit ederek çocuğu yönlendirmeye çalışmak korkuya neden olan bir başka etkendir. “Baban geldiği zaman yaptıklarını anlatacağım!” ya da “Bir daha aynı şeyi yaparsan seni doktora götürüp iğne yaptıracağım!” şeklindeki ilkel tehditler yıllar boyu sürebilecek birtakım korkuların yerleşmesine neden olabilir. Hayal gücü geniş olan çocuklarda bazı masallara bağlı olarak birtakım korkular yer edebilir.

İleri düzeyde yerleşmiş korkular, başarılı bir eğitim yöntemi, çocuğa verilecek sevgi, güven ve kendine güvenme duygusuyla giderilebilir. Korkan çocuk, korkuları nedeniyle eleştirilmemeli, alay konusu yapılmamalıdır. Korkular gerçekçi bir yaklaşımla olduğu gibi kabul edilmelidir. Çocuğu korku duyduğu obje ile karşı karşıya getirmeye çalışmak da hatalı bir yöntemdir. Onun korktuğu objeden uzaklaşmasına izin verilmeli ve ona güven duygusu aşılanmalıdır.


ANKSİYETE (ENDİŞE)

ANKSİYETE(ENDİŞE)

Anksiyete,bilinçli olarak kavranılan,sinirlilik,gerginlik ve korku duyguları şeklinde hoş olmayan bir emasyonel durum olarak tanımlanabilir.

Sorunun ne olduğunu bilmeksizin duyulan belirsiz bir korku olarak tanımlanabilen anksiyete,erişkin ve çocuklarda çeşitli şekillerde görülen bir ergenlik durumudur.Özellikle okul öncesi döneminde anksiyete ye neden olan etkenlere sık rastlanır.

Çocuklukta saldırgan,cinsel veya bağımsız dürtüleri yeterince ifade edememenin sıkıntısıyla anksiyete görülebilir ya da yeni doğan bir kardeş bu endişe haline neden olabilir.

Annesinin kendisini unutacağı düşüncesiyle yuvada uyumak istemeyen çocukla,istemediği sınıf içi faaliyetlerinde mide bulantısı gibi psiko-somatik belirtiler gösteren çocuğun sorunu birer anksiyete örneğidir.

Çok sıklıkla anksiyete bazı beklenen ortamlarda oluşur. Örneğin;yeterince anne-baba sevgisi olmadığını ya da kötü bir hareketinin cezalandırılacağını düşünmek veya terk edilerek yalnız bırakılmak gibi...

Her birey kendini rahatsız eden bu marazi duygudan kurtulmak üzere birtakım girişimlerde bulunur. Buna genel olarak SAVUNMA adı verilir. Savunma, basitten karmaşığa kadar farklı davranışlar içerir. Bu savunma şekilleri kaçmak, gözden kaybolmak,uyumak şeklinde olduğu gibi başka birinin hareketini inkara kalkmak ya da psikolojik bastırmaya(repression)başvurmak biçiminde de olabilir.

Savunma genellikle anksiyetenin etkinliğini azaltmak üzere öğrenilmiş tepki biçimi olarak tanımlanabilir. Ego ise tıpkı beden gibi bir korunma iç güdüsü ile kendisini çeşitli sıkıntı verici durumlardan, zararlı dış etkilerden koruma çabası içindedir.

(Prof.Dr. Haluk Yavuzer,Çocuk ve Suç, Altın Kitap Yayınevi, Bilimsel Sorunlar Dizisi:6 , 1.baskı :Mayıs-1982)

Yansıtma (Projection)

Yansıtma (Projection)

Bir bireyin istenmeyen herhangi bir düşünce ya da eylemi, saldırgan arzu, nefret veya suçluluk gibi bilinçaltı duygularını, bir başkasına yansıtması durumudur.

Hırsızlık yapan bir çocuk, diğer bir çocuğu suçlarken, sadece eleştiriden kurtulmakla kalmaz, böylelikle suçunu da inkar etmiş olur.

Yansıtma (Projection) mekanizması kişiyi anksiyeteden iki biçimde koruyabilir.
1) Kişi, kendi eksikliklerini, yanlışlıklarının sorumluluğunu ya da suçunu başkalarına yükler;
2) Suçluluk duygularını uyandıracak nitelikte içsel tepkilerini, düşüncelerini ve isteklerini diğer insanlara mal eder.

Bastırma (Repression)

Bastırma (Repression)

Bilincin kabul edemeyeceği birtakım arzuların bilinçaltına itilmesi olayı, bastırma biçiminde bir savunma mekanizmasıdır. İtilen bu arzular orada bir kompleks (karmaşa) halinde saklanacak ve her fırsatta çeşitli şekillerle bilince çıkmaya çalışacaktır.

Başka bir deyişle bastırma, herhangi bir şey hakkında düşünmeyi reddetmektir.

İnkar (Denial)

İnkar (Denial)

Duygusal çatışmalar ve buna bağlı sıkıntı halini hafifletmek için bu çatışmanın temel öğesini unutma, yok sayma durumuna, yani inkar etmeye baş vurulur.

İnkar, anksiyetenin çoğaldığı durumlarda görülür. Örneğin, kendisini açık bir şekilde ihmal eden annesinin düşmanca tavrını, çocuk inkar edebilir ve onun çok nazik ve kendisini seven bir kişi olduğunu savunabilir.

Aileleri tarafından ihmal edilen bazı çocuklar da bu kimselerin anne ve babaları olduklarını inkar edebilirler; kendilerinin evlatlık olduğunu, gerçek anne babalarının ise kendilerini çok sevdiklerini öne sürebilirler.

Gerileme (Regression)

Gerileme (Regression)

Bir ruhsal çatışma, önüne geçilemeyecek ve bireyin uyumunu tümüyle bozacak bir düzeye ulaşırsa, birey kolaylıkla uyum gösterebileceği ilkel davranış örneklerine dönebilir.

Gerileme (regression) daha önceki gelişim yüzünü karakteristik bir tepkisidir. Parmak emme ya da alt ıslatma örnekleri, bir süre önce bu tür davranışları sona eren çocuklar için birer regressive davranış belirtileridir.

Yeni bir kardeşin doğumu ile cıvıldayan, emekleyen, parmak emip, tırnak yemeye başlayan çocuk, bu tür bebekleşme hareketleriyle kaybettiği ilgiyi kazanma savaşımına girer.

İçe Çekilme (Withdrawal) Davranışı

İçe Çekilme (Withdrawal) Davranışı

Okul öncesi dönemindeki çocuk genellikle korkutulduğu ortamlarda sık sık bu savunma yolunu seçer. Yabancı biri odaya girdiğinde çocuk ondan gözlerini kaçırır, odadan kaçar, yabancı bir grup çocuk kendisiyle oynamak istediğinde onları reddeder.

Bunun sonucu olarak da bu tür sorunlar, bireyi uyumsuzluğa götürebilir.

SAVUNMA MEKANİZMALARI

Her birey kendisini rahatsız eden kaygı durumundan kurtulmak üzere birtakım girişimlerde bulunur. Buna genel olarak, “savunma” adı verilir.

Bu savunma şekilleri, kaçmak, gözden kaybolmak, uyumak şeklinde olduğu gibi, başka birinin hareketlerini inkara kalkmak ya da psikolojik bastırmaya (repression) baş vurmak biçiminde de olabilir.

Savunma, genellikle anksiyetenin etkisini azaltmak üzere öğrenilmiş tepki biçimi olarak tanımlanabilir.

Okul öncesi çocuğun anksiyeteye karşı geliştirdiği başlıca savunma mekanizmaları “içe çekilme, bastırma, inkar, gerileme ve yansıtmadır.”

İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE GÖRÜLEN BAŞLICA SAVUNMA MEKANİZMALARI

İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE GÖRÜLEN BAŞLICA SAVUNMA MEKANİZMALARI

• KAPANMA (İÇE ÇEKİLME)

Okul öncesi dönemde çocuk ,genellikle korkutulduğu ortamlarda sık sık bu savunma yolunu seçer. Yabancı biri odaya girdiğinde,çocuk ondan gözlerini kaçırır,odadan kaçar,yabancı bir grup çocuk kendisiyle oynamak istediğine onları reddeder. Bunun sonucunu olarakta bu tür savunma bireyi uyumsuzluğa götürebilir.
• GERİLEME (REGRESSİON)

Bir ruhsal çatışma,önüne geçilmeyecek ve bireyin uyumunu tümüyle bozacak bir düzeye ulaşırsa birey kolaylıkla uyum göstererek ilkel davranış örneklerine dönebilir. Gerileme daha önceki gelişim yüzünün karakteristik bir tepkisidir. Parmak emme, alt ıslatma örnekleri bir süre önce bu davranışları sona eren çocuklar için birer regresive davranış belirtileridir. Regressionda çocuk,o andaki artmakta olan endişe hali nedeniyle kendi içine çekilme girişiminde bulunmaktadır. Yeni bir kardeşin doğumu çocukta bu tür regresive bir davranışın başlamasına neden olabilir. Cıvıldayarak bu tür bebekleşme hareketleriyle kaybettiği ilgiyi kazanma savaşımına girer.

• YADSIMA(DENİAL)

Duygusal çatışmalar ve buna bağlı sıkıntı halini hafifletmek için bu çatışmanın temel öğesini unutma halidir. Eğer bir kişi tehlike ile baş edemez ya da ondan kaçınamazsa kullanılabilecek tek yol bu tehlikeyi yok saymaktır. ÖRNEK:Küçük bebek birden yabancı insanlarla dolu bir odaya girdiğinde onların yüzüne bakacak yürekliliği buluncaya dek bir süre kapıya doğru bakar.


• İNKAR

Anksiyetenin çoğaldığı durumlarda görülür. Örneğin kendisini açık bir şekilde ihmal eden annesinin düşmanca tavrını çocuk inkar edebilir ve onun çok nazik, kendisini seven bir kişi olduğunu savunabilir. Aileleri tarafından ihmal edilen bazı çocuklar bu kimselerin anne babaları olduklarını inkar edebilirler;kendilerinin evlâtlık olduğunu gerçek anne ve babalarınınsa kendilerini çok sevdiklerini savunabilir.

• BASTIRMA

Bilincin kabul edemeyeceği birtakım arzuların,bilinçaltına itilmesi olayına BASTIRMA denir. İtilen bu arzular orada birer kompleks olarak saklanacak ve her fırsatta çeşitli şekillerde bilince çıkmaya çalışacaklardır. Başka bir deyişle bastırma,herhangi bir şey hakkında düşünmeyi reddetmektir.

Aşağıdaki örnek bastırmayı dile getirmektedir;
(U.) 14 yaşında orta okul 1. Sınıfa giden bir erkek çocuktur. Sık sık ders çalışmaktan yakındığını ve annesini çok özlediğini çevresindekilere söyler.(U)‘ya annesini görmesi gerektiği hatırlatıldığında bunun olanaksız olduğunu çünkü annesinin başka bir kentte yatalak olan anneannesine bakmak zorunda olduğu şeklinde bir yanıt alınır. Gerçek araştırıldığında (U.)’nun 1 yıldan beri annesi tarafından terk edildiği kendisine teyzesinin baktığı belirlenir. Burada verdiği yanıtlarla bir bastırma yapmakta;olayı psikolojik olarak bastırmaktadır.
• YANSITMA(PROJECTİON)

Bir bireyin istenmeyen herhangi bir düşünce veya aksiyonu saldırgan arzu,nefret veya suçluluk gibi bilinçaltı duygularını bir başkasına yansıtma durumudur. Hırsızlık yapan bir çocuk bir diğer çocuğu suçlarken sadece eleştiriden kurtulmakla kalmaz böylelikle suçunu da inkar etmiş olur.

Bu mekanizma kişiyi anksiyeteden 2 şekilde koruyabilir.

BUNLAR


1. Kişi kendi eksikliklerini,yanlışlarının sorumluluğunu ya da suçunu başkalarına yükler.
2. Suçluluk duyguları uyandıracak nitelikte içsel tepkilerini, düşüncelerini ve isteklerini diğer insanlara mal eder.

ÇOCUĞUN DUYGUSAL GELİŞİMİNDE ANNE BABANIN ROLÜ

ÇOCUĞUN DUYGUSAL GELİŞİMİNDE ANNE VE BABANIN ROLÜ

Aile içindeki duygusal etkileşim, çocuğun heyecan dünyasını doğrudan etkiler. Anne ve babalar, küçük yaştan itibaren çocuklarının tuvalet gereksinimlerini kendi başlarına gidermelerini beklerler. Oysa bu faaliyet yeterli düzeyde kas kontrolü içerdiğinden, 2-3 yaşından önce gerçekleşemez.

Anne ve babanın bu işlemi, çocuktan çok sert bir biçimde istemesi, çocukta korku, öfke ve endişe gibi heyecanların görülmesine neden olabilir.
Kendisine daima yalancı olduğu söylenen, anne ve babası tarafından sevilmeyen, diğer çocuklarla sık sık kıyaslanarak alay edilen ve dayakla cezalandırılan bir çocukta, kısa ya da uzun süreli gerginlik halleri görülebilir.

Bu tür kütü uyarımların devamı ise, bazı davranış ve uyum bozukluklarına neden olabilir.
Aynı şekilde, aşırı düşkünlük ve taşkın sevgi gösterileri de zararlıdır. Çocuğun sağlıklı bir duygusal gelişime sahip olabilmesi için, dengeli bir duygusal etkileşim ortamına gereksinmesi vardır. Bu ortamda çocuk, kendisi için gerekli olan sevgi, sevecenlik ve güveni bulabilmektedir.

KAYNAKÇA
1)Yavuzer,Prof. Dr.H.,Çocuk Psikolojisi,Remzi Kitabevi,(5.Basım) s.97,99,101,104,105.
2)Başaran,Prof. Dr. İbrahim Ethem,Eğitim Psikolojisi,Ankara.1998,s.98,99.
3)İnternet(www.google.com)

Edimsel Davranışın Sonuçlarının İki İşlevi

Edimsel Davranışın Sonuçlarının İki İşlevi:

Çocuğun davranışının sonuçlar,gösterdiği davranışı doğrudan etkilemektedir. Sonuçların sistematik uyarlamasıyla, davranış değiştirilir. Yani artırılır, azaltılı,başlatılır ya da söndürülür.
Davranışın ilerde olma olasılığını, göreceli olarak davranışı anında izleyen çevresel değişkenler (uyaranlar) etkilemektedir.

Davranışın sonuçları (izleyen olaylar) iki biçimden birine göre gerçekleşir:

1.Çevreyi yeni uyaran sunma yada ekleme:yada
2.Çevrede var olan uyarana son verme ya da ortamdan geri çekme . Davranışın sonuçları edimsel davranış üzerinde etkili ise, davranışın ileride oluşum sıklığını artırabilir ya da davranışın oluşum sıklığını azaltabilir.

1.Çevreye yeni uyaran ekleme

Bebeğin el ve kollarını hareket ettirmesiyle, beşikte asılı nesnelere dokunması, asılı nesnelerin sallanma ve ses çıkarmasına neden olur. Çevreye nesnelerin sallanması ve ses çıkması şeklinde yeni uyaranlar eklenmiştir.

Nesnelerin sallanması ve çıkan sesler, bebeğin beşikte asılı nesneye yönelik dokunma eylemlerinin ileride olma olasılığlını artırmaya hizmet ederse, nesnelerin sallanma ve ses çıkartmaları pekiştireç ve bu sürece edimsel pekiştirme denilmektedir.

Nesnelerin sallanması ve çıkan sesler, bebeğin beşikte asılı nesneye yönelik dokunma eylemlerinin ileride olma olasılığını azaltmaya hizmet ederse, nesnelerin sallanması ve çıkan seslere cezalandırıcı uyaran bu sürece de birinci tür ceza denilmektedir.

Davranışın oluşumundan sonra, çevreye yeni uyaranın eklenmesinin davranış uzerindeki etkisi, davranışın ileride oluşumunu arttırıcı ya da azaltıcı şekilde olmaktadır.

2.Çevredeki uyaranların oluşumlarını engelleme

Davranışla ilgili sonuçlar, çevrede bulunan uyaran olaylarının oluşumuna son verme ya da uyaranları geri çekme şeklinde olabilir. Beşikte asılı nesnelerin sallanması ve çıkan sesin pekiştireç olduğunu varsayalım.Yani,çıkan ses ve hareketlerin bebeğin nesnelere dokunmaya yönelik el kol hareketlerini artırdığını varsayalım.Nesnelerin sallanması ve çıkan sesin dokunmaya yönelik el hareketlerinin sonucunda değilde , otomatik olarak oluşturulduğunu farz edelim. Bebeğin el kol hareketleri sırasında,elin asılı nesnelere dokunmasıyla , nesneler sallanmasın ve ses kesilsin. Yani ,davranışın önceden olmuş olan sonucunu oluşumu engellensin.Bu durumda, nesnelerin sallanma ve ses çıkarmasına bebeğin dokunmaya yönelik el kol hareketlerine son verdiğinde, sallantılara yönelen el hareketleri azalırsa bu sürece ceza denilmektedir.Davranışın sonuçları olan çevredeki pekiştirici uyaran olaylarının oluşumlarının engellenmesi,davranışın oluşum sıklığını azaltır. Bu sürece ikinci tür ceza denilmektedir. Davranışı sürdüren pekiştireçlere son verme sonucunda, davranışın sıklığında azalama olaması sürecine ikinci tür ceza denimektedir.

Şimdide el hareketlerinin sonucunda ortaya çıkan nesnelere dokunma acı versin ve çıkan sesde rahatsız edici olsun, yani itici ya da cezalandırıcı olsun.Asılı nesnelerin sallanması ve ses çıkarmasını engelleyecek şekilde el hareketleri olur.Dokunma ve rahatsız edici sesin ortaya çıkmasını engelleyen el hareketlerinde artış olur.Buna göre,acı veren ya da hoş olamayan durumların ortaya çıkmasını engelleyen davranışların sıklığında artış olamasına olumsuz pekiştirme denilmektedir.

Bu durumda ,dokunma ve ses üretmeye son veren el hareketleri itici uyaran olduğunda, bir şeye doknmadan uzak durma pekştireçtir. Çünkü bu tür davranışların sıklığında artış vardı.

Davranışla ilgili sonuçların iki işlevi vardır:
1.İşlem olarak, davranışa uyaran eklenir ya da çekilir.
2.Etki olarak ,davranışın ileride oluşum sıklığı artar ya da azalır.

Kaynak:Sınıfta Davranış Yönetimi Prof. Dr.Mehmet ÖZYÜREK Sayfa:41,42,43.

Tepkisel ve Edimsel Davranışların Davranış Öncesi Uyaranları

Tepkisel ve Edimsel Davranışların Davranış Öncesi Uyaranları

Tepkiler ve edimler ,davranış öncesi uyaranlarla kontrol edilebilmektedir. Ancak tepki ve edimleri uyaranların kontrol etmeleri farklıdır.Tepkisel davranışta, uyaran reflex tepkisine neden olur. Teknik olarak davranış öncesi uyaranın, tepkiyi orataya çıkartma işlevi olduğu söylenir.

Öğrenmenin nasıl olduğunun öz geçmişine bakıldığında, kırmızı olma başlangıçta kırmızı top, kırmızı tepkisine yol açmamaktadır. Ancak olumlu ve olumsuz sonuçların uygulandığı bir çok öğretim örneğinin uygulanmasından sonra, kırmızı uyaranına ‘kırmızı’ deme oluşmaya başlar.Çocuğun yanıtlarını izleyen sonuçlar, kırmızı renkli nesnelere ‘kırmızı’ demeyi öğrenmelerine yol açmıştır. Kırmızı renkli objeler ‘kırmızı’ söylediğinde pekiştirilmesinin sonucunda kırmızı demeye zemin hazırlar duruma gelir. Teknik olarak kırmızılık, ‘kırmızı’ demek için ayırtedici uyaran özelliğini kazanır. Öğrenci kırmızı uyaranını diğer uyaranlardan ayırmayı öğrenir (doğru tepkide bulunur).Özetle , davranış öncesi uyaranın, tepkisel davranışta ortaya çıkarıcı uyandırıcı işlevi varken, edimsel davranışta ayırt edici işlevi vardır.
Böylece iki tür davranış arasındaki ayırımı gösterdik ve her ikisi için davranış öncesi ve sonrası uyaranları tartıştık.

Edimsel davranışın ögeleri arasında izlerlilik vardır (ayırtedici uyaran, edimsel tepki, izleyen uyaran). Davranışın oluşumu bu izlerliliğin nasıl gerçekleştiğine bağlıdır. Tepkisel davranışın oluşumu sadece uyandırıcı uayaranın ortamda bulunmasına bağlıdır .Öğretmenler bakımından önemli olan, edimsel davranış modelidir. Tepkisel model, sadece koşullu pekiştireçler ve duyguların koşullanmasıyla ilgili olarak kullanılır. Edimsel model ise öğretim modelinin temelini oluşturmaktadır.Öğretim, belirlenmiş uyaranların varlığınde öğrencilerin yapacaklarını ve söyleyeceklerinin (tepkilerinin )değiştirilmesidir.Çocuğun tepkisinden önceki ve sonraki uyaranları sistematik bir şekilde kontrol ederek, öğrenmenin oluşması sağlanır.

Kaynak:Sınıfta Davranış Yönetimi Prof. Dr. Mehmet Özyürek Sy. 58-59

EDİMSEL KOŞULLAMA

EDİMSEL KOŞULLAMA

Edimsel davranışla ilgili olan koşullanmaya edimsel koşullama yada ‘R’ (Response:tepki) tipi koşullama adı verilmektedir.

’R’ tipi koşullama adı verilmesinin nedeni ise bu tür koşullamada pekiştirmenin tepkiye bağlı olarak yapılmasıdır.Diğer bir deyişle,bu koşullamada tepki önemlidir. Tepki doğru olduğu taktirde pekiştirici uyarıcı verilmektedir.

Örneğin; Skinner deneyinde edimsel davranış olarak maniveleya basma davranışını kullanmıştır.Aç olan hayvan manivelaya basma davranışını göstererek yiyeceği elde etmiştir.Böylece manivelaya basma davranışı tekrar edilerek güçlenmiştir.

Bu durumda, pekiştirmeyle ilişkili olan şey, uyarıcı durumunda olan manivela değil,tepkidir; yani manivelaya basma davranışıdır. Koşullanan tepki, klasik koşullamada olduğu gibi pekiştirici uyarıcıya karşı yapılan tepki değildir.Edimsel koşullamada pekiştirici uyarıcı, yapılan tepkinin sonucunda ortaya çıkmaktadır.Edimsel koşullama büyük ölçüde Thorndike’ın etki yasasından kaynaklanmıştır.Skinner’in ‘R’tipi ya da edimsel koşullama ile Thorndike’nın araçsal koşullaması yakın bir benzerlik göstermektedir.

Skinner ve Thorndike bir çok bakımdan aynı görüşte olmakla birlikte bazı bakımlardan da aralarında önemli farklılıklar vardır.Örneğin; Thorndike öğranma deneylerinde,organizmanın çözüme ulaşma süresini hangi değişkenlerin etkilediğini ele alırken,Skinner tepki oranındaki artışı hangi değişkenlerin etkilediğini araştırmıştır.

EDİMSEL KOŞULLAMA İLKELERİ

EDİMSEL KOŞULLAMA İLKELERİ

Edimsel koşullamanın iki temel ilkesi vardır.


Bunlar:

1.Pekiştirici uyarıcıyla izlenen tepkiler tekrarlanma eğilimindedir.

2.Pekiştireci uyarıcılar, edimsel davranışların meydana gelme oranını ya da olasılığını artırır.

Yukarıda da belirtildiği gibi edimsel koşullamada önemli olan nokta; davranış ve onun sonuçlarıdır. Dikkatli bir gözlemle, bir davranışın sık olarak ortaya çıkmasında, davranışın sonuçlarını büyük ölçüde etkili olduğunu görebiliriz.

Organizma pekiştirilen davranışı daha sık gösterir.Pekiştirilmeyenden ise vaz geçer.


Kaynak:Gelişim Öğrenme ve Öğretim Prof. Dr. Nuray SENEMOĞLU Sayfa:156

KLASİK KOŞULLAMA

KLASİK KOŞULLAMA

Klasik koşullandırma , ilk kez 1800’lü yılların sonu ve 1900’lü yılların başlarında Fizyolog Pavlov tarafından yapılan deneysel öğrenme çalışmalarıyla gündeme gelmiştir.

Pavlov laboratuarında köpeklerin gastrik salgılarını incelerken, köpeklerin yiyecek getiren bakıcıların ayak seslerini duydukları zaman salya salgıladıklarını fark etmiştir. Bunun üzerine köpeklerin niçin yiyecek verilmeden önce salya salgıladıkları sorusu üzerinde durmuştur. Bu amaçla ,önce bir ameliyatla köpeğin tükürük bezinin bir kısmını açığa çıkarmış ve salyanın ağızdan dışarı akmasını sağlamıştır.

Daha sonra çıkan salya miktarını ölçmek için bir kayıt aracı geliştirmiştir. Deneyin başlangıcında ,bir köpek tek yönlü penceresi olan,ses geçirmez bir odacığın içine yerleştirilmiştir. Şartlanmanın oluşabilmesi için önce köpeğe uyarıcı olarak zil sesi verilmiştir .Bu uyarıcı başlangıçta nötr bir uyarıcıdır. Çünkü,başlangıçta köpek bu uyarıcıyı hissettiğinde herhangi bir tepkide bulunmamıştır. Pavlov daha sonra zil sesinin hemen arkasından köpeğe et tozu vermiştir. Böylece zil sesiyle yiyeceği eşleştirmiştir .Bu eşleştirme tekrar tekrar yapılmış ve köpeğin zil sesini çıkardıktan sonra salgıladığı salya miktarı ölçülmüştür. Deneyin aşamaları kısaca aşağıdaki şekilde gerçekleşmektedir.

~Nötr uyarıcı:Bir tepkiye yol açmayan uyarıcı
~Şartsız uyarıcı:Şartsız tepkiye yol açan başlatıcı uyarıcı
~Şartsız tepki:Organizmanın uyarıcıya doğal olarak yaptığı tepki
~Şartlı uyarıcı:Başlangıçta etkisiz olan ,fakat şartsız bir uyarıcıyla eşleştirilmesi sonucu şartlı tepkiyi uyandırır hale gelen uyarıcı
~Şartlı tepki:Şartlandırma işleminden sonra şartlı uyarıcının meydana getirdiği tepki

Yukarıdaki şekilden de anlaşılabileceği gibi ,deneyin ilk aşamasında ,yani, şartlanmadan önce köpek nötr uyarıcı olan zil sesine karşı tepki göstermemektedir;şartsız uyarıcı olan et tozuna karşı ise şartsız tepki göstermiş ,yani , salya salgılamıştır. İkinci aşama olan şartlanma esnasında ,şartsız uyarıcı olan et tozu şartlı uyarıcı olan zil sesiyle birlikte verilmektedir. Sonuçta yine şartsız tepki olarak ,salya tepkisi ortaya çıkmaktadır. Üçüncü ve son aşamada ise,şartlı uyarıcı haline gelen zil sesi tek başına verilmekte ve köpek bu sefer ,salyayı şartlı tepki olarak salgılamaktadır.

Klasik şartlanma kavramını okul ortamıyla ilişkisini kurmak amacıyla bir sınavda başarısız olmuş bir öğrencinin durumu ile Pavlov’un köpeğinin şartlanması karşılaştırmalı olarak aşağıda verilmiştir. Çocuk başarısız olduğunda paniğe kapılmıştır. Böyle hissetmeyi aslında tercih etmemiştir. Buradaki his,istemsiz ve duygusal olup şartsız tepkidir. Başarısızlık ise şartsız uyarıcıdır. Çünkü,şartsız tepkinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Çocuk ilk testte başarısızlık yaşantısı geçirdiği için testler şartlı uyarıcı haline gelmiştir. Burada şartsız uyarıcı ile şartlı uyarıcının eşleştirilmesi söz konusudur. Bu eşleştirme sonucunda da tepki ortaya çıkar. Çocuk başka bir sınava girdiğinde şartsız tepkiye benzer tepkiler gösterir.

Herhangi bir şartlı uyarana karşı kazandırılan şartlı tepki organizmaya yerleştikten sonra aynı sistem içinde yürütülen çalışmalarla başka bir şartlı uyarıcıya karşıda kazandırılabilir. 1.derecde et-zil arasında kurulan tepki bağı ,aynı işlemler sonunda ışık (2.şartlı uyarıcı)uyarımına karşıda geliştirilebilir.
1.derecede şartlı uyarıcı olan zile karşı yapılan tepkinin yerleştirilmesinden sonra
2.derecede şartlı tepki elde etmek için,ışık(2.derecede şartlı uyarıcı)ve onu izleyen uyarım olarak zil sesi verilerek yapılan 1.derecedeki şartlandırmaya benzer çalışmanın sonunda zile gösterilen tepkinin ışığa da gösterilmesine dereceli şartlandırma ya da üst düzey şartlandırma denir.

Burada zil etin,ışık ise zilin yerine geçmektedir. Böylece et ile zil sesi arasında kurulan bağ zil sesi ile ışık arasında kurulmaktadır.

Öğrenmeyi uyaran –tepki bağının kurulması olarak tanımlamaya biliriz. Kurulan bağı koşullanma işlemi belli sayı ve yoğunlukta tekrarlanarak pekiştirilmektedir. Yani pekiştirme ,öğrenilen tepkinin organizmaya yerleşmesi ve aynı şekilde devam etmesi için yapılan işlemlerdir.

Yiyeceğe karşı ağzın sulanması doğal bir refleks ise limon sözcüğünü işittiğimizde ağzımızın sulanması şartlı tepkidir. Duygusal tepkilerin hepsi doğaldır. Hangi tepkilerin hangi uyarıcıya karşı yapılacağı ve tepkilerde görülen zenginlik öğrenmenin sonucudur.

Genelleme ,aynı türden olan ya da birbirine benzer uyarıcıya karşı daha önce kazanılan tepkinin verilmesidir. Acıktığı zaman emzirerek, altını kirlettiği zaman temizleyerek,yalnız kaldığında yanına gidip onunla birlikte olup sevgisini paylaşarak çocuğunu rahatlatan annenin sesi ve görüntüsü ,ile çocuk arasında böyle bir doğar .Çocuk annesini görünce ya da sesini duyunca gereksinimlerinin karşılanacağını bilir ve bunu ifade eden tepkilerde bulunur. Hatta annenin kılık ve kıyafetine benzer giyim ve kuşam ,içinde olan kadınları anne olarak nitelendirir:Çocuğun bu davranışına genelleme denir. Ayırt etme ,birbirleriyle yakınlıkları olsa bile uyarımlar arasındaki farkı anlıyabilmedir. Genelleme benzerliklere ,ayırt etme ise farklılıklara yönelik tepki örüntüsüdür.

Farklı frekanslarda verilen iki ses tonundan birincisini bir elektrik şoku,ikincisini güzel bir müzik izlesin,.Bu iki uyaran gerçekte nötr nitelikte olmasına karşı ,belli sayıda tekrarlanarak deneklerde koşullanma yoluyla öğrenme sağlanırsa ,deneklerin tepkileri farklılaşacak ,birinci sese karşı kaçınma ,ikinci sese karşı ise rahatlama davranışları ve mutluluk tepkileri geliştirilecektir. Gündelik hayatımızda öğrenilmiş ayırt etmeler çok fazladır.

Bebek ,parmağı ile emziği birbirinden ayırt etmeyi ,çocuklar köpeği tavşandan ,elmayı armuttan ayırt etmeyi öğrenir. Eğitimin büyük bir bölümü de kelimeler ya da kavramlar arasında bir takım ayırt etmelerin öğrenilmesidir. Bu çeşitliliğe karşın ,bütün ayırt etmelerde yaptığımız şey,farklı uyarıcılara farklı davranımlar bağlamaktaktadır. Şartlandırılmış tepki ,zaman zamanda olsa şartsız uyarım verilmediğinde ,şartlı tepkinin ortadan kalktığı görülür. Şartlı tepkinin kaybolmasına ,sönme denir. Organizmanın belli bir davranış örüntüsünü kazanması,tekrar ve pekiştirme olgusuyla doğru orantılıdır. Pekiştirme işleminden ya da şartsız uyarıcıdan yoksun bırakılan davranışlar kendiliğinden kaybolacaktır. Sirklerde gösterimlerde bulunan hayvanlara daha önce kullandıkları şartsız uyarıların ara sıra verilmesinin sebebi,gösterimde sergilenen şartlı tepkinin sönmemesi içindir. Şartlı tepkinin sönmesi demek davranışın o organizmanın belleğinden tamamen silinmesi demek değildir. Sönen şartlı tepkiler zamanla şartsız uyarıcıya ya da onum çağrıştıran bir uyarıcı verildiğinde şartlı tepkinin yeniden ortaya çıktığı görülmektedir. Sönen şartlı tepkinin yeniden ortaya çıkmasına kendiliğinden geri gelme denir.

Körelme ve kendiliğinden canlanma pekiştirme yapılmadan (şartlı ve şartsız uyaran birlikte ya da arka arkaya yapılmadan yalnızca şartlı uyaranla yapılan deneyde salya çıkarma tepkisi gittikçe azaldığı halde 20 dakikadan sonra yapılan bir ölçmede ,kendiliğinden canlanmanın epeyce çok olduğu görülmektedir.

ETKİ YASASI

ETKİ YASASI

Birey çevresinden gelen bir uyaran tepki yaptığında bu davranımı öğrenir.

Uyaran :Bireye iç yada dış çevreden gelen ,bireyde karşılık verme isteği yaratan etkidir.
Tepki :Bireyin bir uyarana yanıt,karşılık vermesidir.
Davranım :Davranışı oluşturan yalın tepkidir.

Thorndike, önceki araştırmacılar gibi davranışlar ve refleksler arasında ilişki kurmuştur. Önceki çalışmalarında davranışların çevredeki uyarıcılardan dolayı meydana geldiğini söylemiştir Bu görüş uyarıcı –davranış modeli üzerine kuruludur.

Örneğin ;diz reflekssinin beyin dışında gelişen bir olay olduğunu vurgulamıştır. Thorndike, Pavlov’un gittiği yoldan giderek bir uyarıcı karşısında oluşan davranışın gelecekteki davranışları etkilediğini söylemiştir.

Thorndike’ın etki yasasına göre ;eğer bir davranış o çevrede bir doyuma ulaşıyorsa aynı ortamda o davranışın oluşma olasılığı artmaktadır. Thorndike,kedileri kutuların içersine koyarak onların kutu içersinde bulunan yiyeceğe ulaşmalarını gözlemlemiştir. Kediler belli bir süre sonra aynı davranışları tekrar ederek sonunda deneme yanılma yapmadan tek yolla yiyeceğe ulaştıklarını gözlemiştir.

Bu araştırmalarının sonunda Thorndike kendisine ait olan Etki Yasasını geliştirmiştir. Thorndike’ın etki yasasına göre ;eğer bir davranış o çevrede bir doyuma ulaşıyorsa aynı ortamda o davranışın oluşma olasılığı artmaktadır. Bunun tersi oluyorsa yani o davranış doyum getirmeyen bir değişikliğe ulaşıyorsa o davranışın oluşma sıklığı giderek düşmektedir.
Davranışçı yaklaşım insan davranışını tamamen refleksler ,uyarıcı-tepki ilişkisi ve pekiştiricinin etkisi ile açıklamaya çalışmıştır.

Fakat cinsel dürtüler,amaçlar ve hedefler gibi bazı bilişsel ve duyuşsal terimler bunun dışındadır. Watson, farelere küçük bir oyun kutusunu bir yiyecek ödülüyle açmayı öğretebileceğini görmüştür. Basit bir labirent yapıp koridorun sonuna bir yiyecek koydu ve labirentte koşmayı bir kez öğrene farenin diğer seferleri otomatik olarak yaptığını fark etti. İlk defa uyarıyla başlayan öğrenme daha sonra uyarıcısız da gerçekleşti ve davranış bir alışkanlık haline aldı. Watson için en önemli şey,uyarıcı-tepki ikileminin tekrarlanma sıklığıdır. Bireyin bir uyarana yaptığı tepki,onda bir alışkanlık oluşturduğunda öğrenmesi gerçekleşir. Birey ancak yaptığını öğrenir. Yapılamayan yada alışkanlık düzeyine çıkamayan bir uyaran –tepki bağıntısı öğrenilmiş sayılamaz.

Örneğin ;Bir metnin okunması sırasında sayfalardaki simgeler birer uyarandır. Öğrenci bu uyaranlara bakarak okumaya çalışır. Öğrencinin doğru okuması doğru tepki;tersi ise yanlış tepkidir Doğru tepkiler öğrencide yerleştikçe ,okuması da düzgünleşir. Öğrenci ,yeniden aynı simgelerle (uyaranlarla )karşılaştığında ,doğru okuyarak öğrendiğini kanıtlar. Öğrenilenlerin öğrencide yerleşmesi için alıştırma yaptırmak yararlıdır. Alıştırma ,uyaranın ve tepkinin niteliğini değiştirmemesi ,uyaran-tepki bağlantısını pekiştirilmesi için gereklidir. Oysa aynı nitelikte uyaran-tepki yinelemesinin oluşturulması olanaksızdır. Öğretmen ancak öncekilerine benzer uyaran-tepki bağlantıları düzenleyebilir. Bir uyarana ,doğru tepki yapamadığında öğretmenin ,öğrenciye doğru tepkiyi bulması için kılavuzluk etmesi yararlıdır. Watson ,eğitim,duygusal tepki gelişimi ve alkol yada uyuşturucu kullanımının insan davranışlarına etkisi gibi birtakım insan problemlerini ele almıştır. Psikolojik rahatsızlıkların daha sonradan anormal olarak tanımlanabilecek tesadüfi olumsuz öğrenmenin sebep olduğunu çarpık alışkınlıklardan kaynaklandığına inanmaktadır.

Watson,küçük bebek(Albert-11 aylık),ani yüksek sesler dışında hiçbir şeye karşı korku ya da fobi göstermemiştir. Örneğin Watson bir beyaz tavşanı Albert’ın kucağına koyduğunda bebek hiç korkmadan tavşanla oynamaya başlamıştır. Bir başka deneyde Watson tavşanı Albert’ın başına koymuş ve Watson!un asistanı bebeğin arkasında başına yakın bir yerde metal bir çubuğu bir başka metale vararak şiddetli sesler çıkarmış,bir hafta sonra aynı eylem tekrar edilmiştir. Daha sonra Albert’e tavşan gösterildiğinde heyecan ve korku gözlemlenmiş,hatta Albert’e herhangi bir kürklü nesne gösterildiğinde de bebekte korku gözlemlemiştir. Watson bu delili davranış temelli fobilerde kullanmıştır. davranışların kalıtımsal olmayıp insanın çocukluğundan beri çevresindeki belli uyarıcılarla belli tepkilerin birleşmesi sonucu U-T bağlarının birbiri üzerine şartlanma yoluyla inşa edilmesi sonucunda geliştiği görüşünü savunur.

Guthrie’nin önerdiği sistem ise birçok yönden Pavlov ve Thorndike tarafından geliştirilen görüşlere de benzerse de ,bazı yönlerden kendine özgü nitelikler gösterir .Guthrie’ye göre çağrımsal U-T bağlarının kuruluşunu tek yasası işaret ve tepki bitişikliğidir. Bir dış uyarıcı organizmada bir takım davranımları uyarır. Bu davranımlar da organizma için yeni uyarıcılar meydana getirir. Gerçek çağrışım bitişik olaylar arsında kurulur.

Guthrie,diğer kuramcılar gibi öğrenmenin sonuçlarıyla ilgilenmez,sonuç ne olursa olsun organizmada hareket tepkilerine önem verir. Guthrie’nin ödül ,motivasyon ve pekiştirme konusundaki fikirleri de şöyle özetlenebilir. Güdüler bir amaca ulaşıncaya kadar organizmayı hareket halinde tutan uyarıcıları sağlar. Ödül,öğrenmeye ,çağrımsal mekanik bir düzen dışında hiçbir katkıda bulunmaz. Ödülün öğrenmeye dolaylı bir etkisi vardır. Ceza ,kaçma ve kaçınma tepkilerinin öğrenilmesinde etkilidir . Guthrie’ye göre öğrenmeye yön veren en önemli etmen ,”hazır oluş”tur. davranışçı açısından hazır oluş ,kaslarda meydana gelen bir gerilimdir.

Uyaran –Tepki kuramının özel kuralları şunlardır:
1)Uyaran tepki yapma öğrencinin isteğine bağlıdır. Öğrenci tepki yapmaya gönüllü olmalıdır.
2)Bir öğrenim görevinin uyaranlarını düzenlemesi bunlara öğrencide tepki yaratmak ,öğrenmeyi uzatır. Öğrenme belli bir süre ister.
3)Öğrencinin ilk yaşlarındaki öğrenmesi çoğu kez uyaran –tepki bağı oluşturmaya dayanır.
4)Uyaran-tepki bağı sözel (simgesel)öğrenme de ve becerilerin öğrenilmesinde etkili olabilir.
5)Öğrencinin bir uyarana tepki yapması ,öğrenciyi etkin kılabilir.

KAYNAKLAR
1)Eğitim psikolojisi,Cavit Binbaşıoğlu 9.Basım 1995
2)Eğitim psikolojisi Prof Dr. İbrahim Ethem başaran
5.Basım 1998 3)Eğitim psikolojisi Gelişim ve Öğrenme Ziya Selçuk
Nobel Yayın Dağıtım Ankara 1999
4)Gelişim ve Öğrenme ders kitabı

PSİKOANALİTİK YAKLAŞIM

PSİKOANALİTİK YAKLAŞIM


Sigmund Freud (1856-1939) psikoanalitik kuramın kurucusudur. Kendisi Avusturya’da tıp eğitimi görmüş ,özellikle nöroloji alanında uzmanlık çalışması yapmıştır. Psikoanalitik yaklaşım her bireyin kendi geçmişini inceleyen”vaka çalışmaları” yöntemini kullanır. Freud’un getirmiş olduğu kavramlar geniş biçimde tartışılmış ve zamanla psikoloji biliminin değişik alanlarını etkilemiştir.

Freud’a göre insanoğlunun doğuştan getirdiği iki temel kuvvetli eğilim vardır:cinsellik ve saldırganlık. Bu iki temel eğilim insanoğlunun bir toplum içinde uyumlu yaşamasını zorlaştırdığından ,cinsellik ve saldırganlık davranışları ,ana- baba ,öğretmen gibi çocuğun sosyalleşmesinde önemli rol oynayan kişilerce çocukluktan itibaren sürekli baskı altında tutulur ve cezalandırılır.”kardeşine vurma” ,”Yapma! Ayıp!” ,”çek elini orandan terbiyesiz! “ ,”Oranı buranı gösterme elaleme,unanmaz!” gibi ifadeler toplumun cezalandırıcı tutumunu temsil eder.
Freud ‘a göre toplum tarafından hoş karşılanmayan cinsellik ve saldırganlık duyguları bilinçaltına itilirler,çünkü bu tür düşünce ve istekleri sürekli bilinçte tutmak bireyde rahatsızlık yaratır. Bilinçaltına itilmiş arzuların farkında olmayız,ancak onlar bizim davranışlarımızı etkilemeye devam ederler. Psikoanalitik yaklaşım dil sürçmesi ,unutmalar ,hatalar ve buna benzer davranışları bilinçaltındaki isteklerin ifadesi olarak kabul eder.(Cüceloğlu-2000)
Psikoanalitik kuramlar , özel kişiliği –davranışı yönlendiren bilinçdışı güdüleri-inceler Psikoanalitik kuram kişiliğin nasıl geliştiği ile de ilgilenir.

Freud’un ,50 yıl boyunca duygu heyecan bozukluğu olan kişilerin tedavisi sırasında biçim verdiği kuramlar , 24 cildi bulmaktadır. Freud , insan aklını bir aysberge benzetmiştir. Suyun üzerinde yer alan ufak kısım bilinçli yaşantıyı ; su altındaki çok daha büyük kısımsa bilinçdışını –düşüncelerimizi ve davranışlarımızı etkileyen itkiler , tutkular ve erişilmez -anılar deposu – temsil eder.

Freud’a göre kişilik üç ana sistemden oluşur: İd-ego-süperego . her sistemin kendi işlevleri vardır,ancak üçü etkileşimde bulunarak davranışı yönetirler.


İD

İd ,yeni doğan çocukta olan kişiliğin en ilkel kısmıdır ; daha sonra ego ve süperego idden gelişir. İd ,temel biyolojik itkilerden (dürtülerden) oluşur:yeme , içme ,artıkları atma acıdan kaçma ve cinsel haz elde etme ihtiyaçları .Freud ,saldırganlığın da temel bir biyolojik dürtü olduğunu söylüyor.

EGO

Küçük çocuk gerçekliğin taleplerini dikkate almayı öğrendikçe ,kişiliğin yeni kısmı olan ego gelişir. Ego gerçeklik ilkesine itaat eder. Uygun çevresel koşullar bulanana dek itkilerin tatmini geciktirilmelidir. Örneğin ,ego gerçek dünyayı göz önünde bulundurarak koşullar uygun olana dek cinsel itkilerin tatminini geciktirir. Ego ,idin talepleri , dünya gerçekliği ve süper egonun talepleri arasında aracılık yapar .


SÜPEREGO

Kişiliğin üçüncü kısmı olan süperego , çocuğa anne-baba ve başkaları tarafından öğretildiği şekliyle toplumun ahlak kuralları ve değerlerinin içselleştirilmiş temsilidir. Temel olarak bireyin vicdanıdır. Süperego bir hareketin doğru mu yanlış mı olduğuna karar verir. İd haz arar , ego gerçekliği test eder , süperego ise mükemmeliyeti arar.

GENİTAL DÖNEM

GENİTAL DÖNEM

Freud’un beşinci dönemi fırtınalıdır. Genital dönem adı verilen bu dönem aşağı yukarı 12 yaştan sonra başlar. Hızlı fiziksel gelişme ve buluğa erme ile içsel cinsel dürtüler artmaktadır. Ergen ebeveynle ilişkilerini düzenlemek ,çatışmalarını çözümlemek ihtiyacındadır .İlköğretimin son yılları ve lise öğretmenleri ,bu fırtınalı ve baskılı döneme girmiş olan öğrencilere öğretme güçlükleriyle karşılaşabilir. Ancak öğretmenler ergenin , ilgi ve ihtiyaçlarını ,gelişim özelliklerini tanıyıp ona anlayışlı ve saygılı davranarak ,problemlerini çözümlemede yardımcı olabilir. Psikoanalitik kurama göre ,eğer bir döneme aşırı bağımlılık meydana gelememişse,ergenin temel ihtiyaçlarının karşılanmasıyla sorunları çözümlenebilir. Çoğu zaman öğretmenler ,ergenlere yardım edebilecek yeğane kişilerdir.

FREUD'UN KİŞİLİK GELİŞİMİ KURAMI İÇİN YARARLANILAN KAYNAKLAR
1. Senemoğlu. NURAY Gelişim Öğrenme Öğretim Remzi Kitap evi İSTANBUL 2001-12-27
2. Yavuzer HALUK Çocuk Psikolojisi Remzi Kitap evi ANKARA 1995
3. Cüceloğlu DOĞAN İnsan ve Davranışı Remzi Kitap evi İSTANBUL 10 BASIM 2001-12-27
4. Bakırcıoğlu RASİM Rehberlik ve Psikolojik Danışma Turhan ANKARA 1994

GİZİL DÖNEM

GİZİL DÖNEM

6-12 yaşları arasındaki dönem gizil dönem adını alır. Bu dönemde çocuk cinsiyetle ilgili konulardan hoşlanmaz ve kendini daha çok oyuna verir.

Çocuklar sevgi gösterilerini ev dışında arkadaşlarına yöneltirler. İlkokul çağındaki çocuklar ,cinsiyet rol kimliğine güçlü bir ilgi duymaya başlarlar. İlkokul öğretmenleri oyun gruplarının aynı cinsteki çocuklardan oluştuğunu gözleyebilirler.

Bu dönem ergenlik fırtınası öncesindeki durgunluk olarak görülmektedir

FALLİK DÖNEM

FALLİK DÖNEM

Bu dönem aşağı yukarı 3-6 yaşları arasını kapsamaktadır. Çocuklar bu dönemde genital organlarından zevk aldıklarını fark ederler.

Karşı cins ebeveyne açık olarak daha fazla sevgi gösterisinde bulunurlar. Ana-baba ya da onların yerine geçen yetişkinler, çocuklara sıcak ve sevgi dolu bir şekilde davranmalıdırlar.

Çünkü çocuklar bu dönemde, yetişkinleri model alarak cinsiyet rollerini kazanmaya başlarlar. Çocuklar algılayabildikleri yetişkinlerin değer sistemlerini içselleştirirler.

ANAL DÖNEM

ANAL DÖNEM

İkinci gelişim dönemi olan anal dönem , 1-3 yaşlarını kapsamaktadır. Bu dönem idrar ve dışkı çıkarma ile ilgilidir.

Besin maddesi sindirildikten sonra atıkları barsağın sol bölgesinde birikir ve anüs kasları üzerinde belirli güçte bir basınç yaptığında dışarıya atılır.

Çocuk ,bu dönemde kendini ve çevreyi kontrol etmeyi öğrenir. Sinirli ,hoşgörüsüz ve cezalandırma yoluyla tuvalet eğitimi veren anne-baba ya da bakıcılar , çocuğun bu döneme bağımlı kalmasına neden olurlar.

Bu durumda , daha sonra öğretmenlerin çözümlemeleri gerekecek davranış bozuklukları meydana gelebilir. Bu tür davranışlardan bazıları, aşırı düzenlilik ya da aşırı dağınıklıktır

ORAL DÖNEM

ORAL DÖNEM

Bu dönem 0-1 yaş arasındaki bebeklik dönemini kapsar. Oral dönemde Temel haz kaynağı emmedir.

Emme, pasif ve bağımlı bir davranıştır. Freud’a göre ,anne yerine geçen yetişkin tarafından çocuğun memeden erken kesilmesi , ya da aksine çok uzun süre emzirilmesi ,onun bu döneme bağımlı olmasına neden olmaktadır.

Emme ihtiyacı ,daha sonraki yaşamında da sürmektedir. Örneğin ; Öğrencilerin sinirli ve gergin olduğunda tırnak yemeleri,Freud’un oral bağımlılık olarak tanımladığı durumun bir göstergesidir. Bu dönemde , çocuklar bakımlarının yapılmasından ve emmekten zevk alırlar;gerçekten de , baş parmaklarını ya da ulaşabildikleri her şeyi ağızlarına koyarlar.

Oral dönem bebeğin annesine en bağımlı olduğu ve onun bakımına en çok gereksinim duyduğu dönemdir.

KİŞİLİK GELİŞİMİ - FREUD

KİŞİLİK GELİŞİMİ

Freud , bu yüzyılın başında, zamanına göre devrimsel nitelik taşıyan kişilik gelişimi kuramı sunmuştur. Freud ; gelişimi bakımından ilk çocukluk yıllarındaki yaşantıların önemini vurgular.

Freud ‘un kuramı , psikoanalitik kuramlardan biridir. Bu kurama göre , normal gelişimin sağlanması için , gelişimin sağlanması için gelişimin her döneminde bireyin temel ihtiyaçlarının doyurulması gerekmektedir. Eğer temel ihtiyaçlar karşılanmazsa kişilik gelişimi engellenir. Freud ,kişilik gelişimini çeşitli dönemlerle açıklamıştır.

Her dönem belli kritik gelişimi kapsamaktadır. Bir dönemdeki ihtiyaçlar karşılanmadığı taktirde o döneme aşırı bağımlılık meydana gelmekte ; sonraki aşamada meydana gelecek kişilik gelişimini engellemektedir. Freud’ a göre ilk dönemlerde ihtiyaçların karşılanması engellenen birey ,daha ileri yaşlarda bu ihtiyaçlarla ilgili olarak normal olmayan bazı davranış biçimleri gösterir.

Çocukların ana- baba ve öğretmenleriyle etkileşimlerinin niteliği ,onların ihtiyaçlarını karşılamalarına ve gelişim dönemlerini sağlıklı olarak atlatmalarına yardım eder. Freud’un psikoanalitik kuramı psikoseksüel gelişimi her biri yeni bir sosyalleşme sorunuyla nitelenen beş temel döneme ayırmıştır.

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

• Gözden geçirilmiş öğrenilmiş çaresizlik modelinde, çaresizlik belirtilerinin süreğen olması durumunda süreğen (chronic) terimi yerine “değişmez” (stable) ve kısa süreli olması durumunda da “değişebilir” (unstable) terimlerinin kullanılması daha uygun görülmektedir. Abramson, Seligman ve Teasdale (1978) çaresizlikte değişmez faktörlerin daha uzun süreli olduğunu ve tekrar edici (recurrent) özellik gösterdiğini değişebilir faktörlerin ise daha kısa süreli olduğunu ve geçici özellikler gösterdiğini belirtmektedirler.

Örneğin, olumsuz bir olaya maruz kaldığında bireyin bu durumu
(a) kontrol edecek yetenekten yoksun olma (içsel-değişmez faktör)
(b) çaba göstermeme (içsel-değişebilir faktör)
(c) maruz kalınan durumu kontrol etmenin zorluğu (dışsal-değişebilir faktör) veya
(d) şans ya da kader (dışsal-değişebilir faktör) durumlarından herhangi birisiyle açıklaması mümkün olur.

• Abramson, Seligman ve Teasdale (1978) çaresizlik belirtileri gösterme konusunda bireysel farklar olduğunu belirtmişler ve olumsuz bir duruma maruz kaldığında bu durumu içsel, değişmez ve genel bir nedensel yükleme biçimiyle açıklayan bireylerin tam tersi bir nedensel açıklama yapan bireylere göre daha çok çaresizlik belirtileri gösterdiklerini iddia etmişlerdir. Araştırmacılara göre bu bireyler olumlu durumlarda ise tam aksine dışsal, değişebilir ve duruma özel bir nedensel yükleme biçimini kullanmaktadırlar.

• Özet olarak, gözden geçirilmiş öğrenilmiş çaresizlik modeline göre (Abramson, Seligman ve Teasdale 1978) davranış-sonuç arasındaki kontrol yokluğunu içsel, değişmez ve genel bir nedensel yükleme biçimiyle açıklamayı alışkanlık haline getirmek, yaşamın bir çok alanında daha uzun süreli çaresizlik yaşantılarına neden olmaktadır.

• Öğrenilmiş çaresizlik modelinin nedensel yükleme modeline dönüşmesini izleyen yıllarda Peterson ve Seligman (1984) yükleme biçimi (attributional style) yerine çaresiz açıklama biçimi (helpless explanatory style) terimini kullanmaya başlamışlardır. Açıklama biçimi, bireyin özellikle olumsuz durumlara yönelik tepkilerini etkileyen bir bireysel özellik olarak ele alınmıştır.

• Heider (1958) ve Weiner’in (1974) çalışmaları sonucu ortaya çıkan yükleme kuramına göre birey, dış dünyayı bir nedensellik düşüncesi içinde algılamakta ve davranışları, bir neden-sonuç ilişkisi içinde ele almaktadır. Yükleme kuramı, bireyin davranışını iki nedensel kaynaktan birisine; kendisine veya dışsal etmenlere yüklediğini belirtmektedir. Öğrenilmiş çaresizlik kuramının bir nedensel yükleme kuramına dönüştürülmesinden sonra (Abramson, Seligman ve Teasdale 1978) öğrenilmiş çaresizlik kuramı, bireyin, bir kontrolsuzluk durumuna maruz kaldığı zaman bu duruma nedensel bir açıklama getirdiğini iddia etmekte, bu nedensel açıklamanın biçiminin de bireylerde çaresizlik belirtilerinin ortaya çıkıp çıkmamasına neden olduğu belirtilmektedir.

Ayrıca, bireyin çaresizlik yaşantısında, maruz kaldığı durumun özelliklerinden daha çok bu duruma getirdiği açıklama ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle, Peterson ve Seligman (1984) yükleme biçimi yerine açıklama biçimi teriminin kullanılması gerektiğini belirtmişler ve bunu bireysel bir farklılık olarak değerlendirmişlerdir.

Sonuç olarak, gözden geçirilmiş öğrenilmiş çaresizlik modeli, (Abramson, Seligman ve Teasdale 1978) kontrolün olmaması durumunu içsel, sürekli ve genel nedenlerle açıklama konusundaki alışkanlığın, bireylerde çaresizlik yaşantısına neden olduğunu öne sürmektedir.

0 – 6 YAŞ GELİŞİM DÖNEMLERİ

0 – 6 YAŞ GELİŞİM DÖNEMLERİ

0-1 AYDA

Yüzü koyun yatırıldığında başını kontrol etme çabası içindedir.4.haftada tutabilir ve kaldırabilir.Eli kapalıdır.Avucunun içine küçük bir nesne dokundurulduğunda sıkıca yakalar.
Yüksek sese tepkide bulunur.
Göz,yakın bir nesne üzerine kısa süre sabitleşebilir.Parlak renkler ve şematik şekiller üzerinde,gözün biraz daha fazla kaldığı izlenebilir.
Tatlı,tuzlu,ekşi,acı besinleri ayırt edebilir.

1-4 AYLARDA
Omuz ve baş kontrolü görülmeye başlar.
3. ve 4.aylar içinde desteklendiğinde kısa bir süre oturabilir.Başını dik tutabilir.Kollarına dayanarak doğrulabilir.
Görme duyusu gelişmiştir.Yatay hareket eden nesneleri izleyebilir.Göz ilgisini çeken nesneler üzerinde daha uzun süre kalır.
Görme ve işitmenin işbirliği görülür.Sesin geldiği yöne bakar.
Çevreye ilgi artar,ayak seslerine beslenme,banyo gibi hazırlıklara tepki verir.
sosyal gülme 2. ay sonunda görülür.
Esas sesleri taklit etme yeteneği gelişmiştir.
Yakaladığı bir hareketi durmadan tekrar eder.
Çıngırağı hızla sallayınca ses çıkardığını fark eder.Avuç içi ile yakalar.Herşeyi ağzına götürür.
Eller hafif açıktır.

4-10 AYLARDA
Sırt üstü durumundan yan yatmaya geçebilir.Emekleme denemesi 5. ayda görülür.7. ayda,sürünme ve emekleme gelişir.8.ayda tam dönüş görülür.
Uzatılan nesneyi yakalamaya çalışır.6.ay içinde terredütlü yakalama görülür.8,9.aylarda iki küpü bir araya getirebilir. Ustaca yakalama 9. ayda görülür.Aynı ay içinde hangi elini seçtiğini belli edebilir. Sonra bu eli değiştirebilir.
Katı mamaları,4.ayın sonu ve 5.ay içinde yiyebilir.
Anlamlı sesler ve heceler çıkarmaya başlar,taklit yeteneği gelişmektedir.
Destekle oturabilir.Omuz ve baş konturolü gelişmiştir.7.ay içinde desteksiz oturma görülür.
Yardımla ayakta durabilir.Tutunarak durma 9. ve 10. ayda görülür.Emeklemede ustalaşmıştır.
Göz ve el koordinasyonunun başlangıcı 4. aya raslar.
6.ayb içinde tanıdık ve yabancı yüzleri ayırt etme başlar.Seçicilik görülür.
Objeleri bir elinden diğerine geçirebilir.(Çocuklar genellikle9-12.aylar arası hangi ellerini kullanmak üzere seçtiklerini belli ederler.İki yaşına kadar sağ elini kullanmasına yardım ve özendirme söz konusu olabilir,oyuncağı sağ eline uzatmak,sağ elini rahat kullanacağı bir biçimde oturtmak gibi-ikinci yaştan sonra,sol elini seçtiğini ortaya koyarsa herhangi bir karışma zararlı olabilir.)

10-12 AYLARDA
Yardımsız ayağa kalkabilir.Tutunarak yürür.Erken yürüme görülebilir.Ortalama yürüme zamanı 13-15 aylar arasıdır.

Yatma durumundan oturmaya geçebilir.Düşmeden,eğilebilir.
Çevrede gördüğü davranışları taklit edebilir.
Parmaklarını deliklere sokmaya çalışır;halkaları yakalar.
Yetişkinlerin sallanarak ve vurarak yaptığı oyunlardan zevk alır.
Üç küpü yan yana getirmeye çalışır.
Ulaşmak istediği nesneyle arasındaki engeli kaldırabilir.Amaç-sonuç bağlantısını kura bilmektedir.Bu ilk zeka belirtisidir.Nesneleri son kayboldukları yerde değil,ilk denemede bulduğu yerde arar.
Topu karşısındaki kilşiye atma denemeleri yapar.
Önceden anlama,kestirme görülür.Annenin kalkmasının onun gideceğine işaret olduğunu sezinlerve ağlayabilir.
Yabancılardan çekinme ve korkma görülür.
Kendini besleme isteği gösterir.Kaşığı kullanmak ister.
Kahkaha ile gülebilir.Sevgi gösterir.


İki Yaş Çocuğunun Gelişim Özellikleri

İki yaş çocuğu en iyi şekilde koklama, tatma, dokunma, duyma ve görme duyuları yoluyla öğrenebilir. Çok meraklıdırlar ve her şeyi araştırıp keşfetmek isterler. Çok cesaretlidirler ve onların bu araştırıcı doğaları yetişkinleri korkutabilir. Bu nedenle, kısıtlanmaksızın denetlenmeleri gerekebilir. Dikkat süreleri 2-5 dakika gibi çok kısadır. Ancak bir şey onlara çok ilginç gelirse daha uzun bir süre etkinliğe katılabilirler. Bu dönemde çocuklar sık sık "hayır" kelimesini kullanır ve hatta çok hoşlandığı birşeyi isteyip istemediği sorulduğunda dahi hayır diyebilirler. Bu nedenle onlara "yemek için hazır mısın?" diye sormak yerine, "öğle yemeği zamanı" diye belirtebiliriz.. İki yaşındaki çocuk ancak iki-üç kelimelik cümleler kurabilir. Bu dönemde merak duygularının da bir sonucu olarak, sık sık "ne, niçin, nerede" gibi sorular sorarlar. Ancak onlar konuştuklarından daha fazla kelimeyi anlayabilirler.

Zihinsel Gelişim Özellikleri

Yapılabilecek Aktiviteler
Şekilleri yerleştirebilme
Çocukların rahatlıkla alıp kullanabilecekleri yerlere oyuncaklarını yerleştirmelerini saglama
İçerisine şekilleri yerleştirebilecekleri şekil kutuları verme Sınırlı ilgi süresi
Çocuklara 2-5 dakika sürecek kısa hikayeler okuma
Çocuklarla şiir ve parmak oyunları tekrarlama Yetişkini taklit
Çocukların kullanabilmeleri amacıyla, dramatik oyun köşesinde şapka, çanta, küpe gibi aksesuarlar bulundurma
Çocukların kendilerini görebilecekleri yerlere aynalar asma

18-24 AYLAR
Sandalyede rahatlıkla oturabilir.
Elinden tutulduğunda,merdivenleri inip-çıkabilir.Tek ayak üstüne atlayabilir.Atlamada iki ayağını birden kullanamaz.
Koşabilir;ancak ani dönüşlerde dengesini kaybeder.
Kaşığı doğru tutar ve ağzına götürebilir.
Araç kullanarak,ulaşmak istediği nesneyi yakalayabilir.
Tekerlekli arabayı çekebilir.Topa tekme vurabilir.
Bebeğinin gözünü,kulağını,ağzını v.b organlarını gösterebilir.
Bazı nesneleri veya canlıları resimlerinden tanır ve gösterir.
Objelerle ilgili etkinliklerde,yatay kavramına doğru bir yöneliş izlenir.
Doğrudan algı alanında olmayan,ancak daha önce gördüğü bir olayı,taklityoluyla,ortaya koyabilir.
İlgi alanında dikkat topalama ve hatırlama süresi,yaklaşık 15 dak.dolaylarındadır.
Yeni etkinlikler dener;beceremediğinde,önce ustalaştığı benzer bir davranışı tekrarlayarak çözüm arar.Düşüncelerini,taklit yoluyla,davranış ve tavır alışlarıkyla ortaya koyar.
Yapması istenen basit istekleri yerine getirebilir.Oyuncaklarını bir sepete koyabilir.
Kitap sayfalarını üçer-beşer çevirebilir;tek tek çevirmeyide becerebildiğini,zaman zaman,ortaya koyar.
Kağıdı katlamaya çalışır;el seçimini ortaya koyar;ancak zamanla bu seçimi kendiliğinden değiştirebilir.
Tahta küpleri kutudaki yerlerine yerleştirebilir.
Bir kelimelik cümleler çoğunlukta olmakla birlikte,iki kelimelik zaman zamanda,üç kelimelik cümleler kurabilir.
Öz-yönelim çok güçlüdür;sevdiği kişi ve nesneleri paylaşmak istemez.Mutluluk ve haz duygularını,yoğun biçimde,belli eder.Utanma,korku,öfke kıskanma duyguları belirir.
Diğer çocuklara ilgi artar.Onlarla birlikte olmak ister;ancak,yan yana sürdürülen paralel oyunlar görülür.
Dışkılama kontrolü gelişmektedir.


3 YAŞ ÇOCUĞUNUN GELİŞİM ÖZELLİKLERİ
Büyük ve küçük kas aktivitelerinde daha başarılı, daha fazla kontrole sahiptirler. Daha istekli, ilgili arkadaş canlısı ve daha bağımsızdırlar. Hikaye dinlemek ve tekrarlamaktan hoşlanırlar. Dikkat süreleri hala çok kısadır. Üç ve daha fazla kelime içeren cümleler kurabilirler. Hala hatalı konuşmakla birlikte konuşmalar daha anlaşılır şekildedir. 1000 kelime hazinesine sahiptirler. İki-üç emri arka arkaya yerine getirebilirler. Su köşesi aktivitelerinden hoşlanırlar.

Zihinsel Gelişim Özellikleri
Yapılabilecek Aktiviteler

Üç objeyi seçme ve sayma
a. Her çocuk için masaya çatal, kaşık, tabak koymalarını isteme
b. Bahçeden seçerek üç çiçek toplamasını isteme
Dört-altı rengi tanıma ve eşleştirme (önce kırmızı, yeşil, mavi, sarı daha sonra kahverengi, siyah, turuncu, mor)
a. Bir daireyi her biri farklı renk olacak şekilde altı eşit parçaya bölme ve çocuktan bu altı rengi seçerek etrafına yerleştirmesini isteme
b. Altı tane renkli kutu ve altı tane aynı renkteki fasulye torbaların çocuğa vererek, uygun renkteki fasulye torbasını uygun kutuya fırlatmalarını sağlama
c. Bir kutuya 8-10 tane farklı renkte nesne koyarak çocuktan ismi söylenilen renkteki nesneyi bulmasını isteme
Merdivenleri tek adımlarla çıkabilir.
Tek ayak üzerinde durabilir zıplar;parmak uçlarında yürüme denemeleri yapar.
Koşmayı daha iyi becerir;köşeleri rahatlıkla döner,hızını artırabilir ve azaltabilir.Zaman zaman tökezlenir ve düşer.
Ayakkabılarını (genellikle ters) giyinbilir;ancak bağcıklarını bağlayamaz.
Basit giysileri ğiyiyebilir. ve çıkarabilir.

ANNE BABALARA ÇOCUK YETİŞTİRMEDE ÖNERİLER

ANNE BABALARA ÇOCUK YETİŞTİRMEDE ÖNERİLER

Anneler ve babalar;
Çocuklarınız sürekli bir büyüme ve değişme içindedir. Sizin çocuğunuz olsa da sizden ayrı bir kişilik geliştirmektedir. Onu tanımaya ve anlamaya çalışın.
Çocuğunuz, yaşamı deneme ve taklit yoluyla öğrenir. Ona ayak uydurmakta zorluk çekebilirsiniz. Onları oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarında özgür bırakın. Onu her yerde ve her zaman koruyup kollamayın. Onu, küçük diye şımartmayın. O zaman çocuğunuz hep çocuk kalmak ister. Çocuksu davranışlar sergiler.

Her istediğini istediği zaman elde edemeyeceğini onlara öğretin. Onlara, yerli yersiz söz vermeyin. Sözünüzü tutamazsanız sizlere olan güveni azalır. Çocuğunuza kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığını görünce onu sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakları ona, “aile kuralı” olarak benimsetin. Çünkü hiç kısıtlanmayınca ne yapacağını şaşırırlar. Ona karşı tutarsız davranışlar sergilemeyin. Çünkü onlar, tutarsız davranışlarınız karşılığında hem bocalar hem de onlardan yararlanırlar.

Çocuğunuza sürekli nasihat vermeyin. Onlar nasihatinizden daha çok davranışlarınızdan etkilenirler. Yanlış yapmaktan korkmayın. Çünkü çocuklar, bunları çabuk unutur. Birbirinize karşı saygı ve sevgiyi koruyun. Aranızda saygı ve sevginin azaldığını görmek onları yaralar ve sürekli tedirgin eder.

Çok konuşup çok bağırmayın. Çünkü onlar yüksek sesle konuşulanları pek duymazlar. Yumuşak ve kesin sözler, onlarda daha iyi iz bırakır. “Ben senin yaşında iken....” vb. sözlerle asla kulak asmazlar.

Kendinizle özdeşleştirmeyin. Onları olduğu gibi kabul edin. Yanılma payı bırakın. Küçük yanılgılarını büyük suçmuş gibi başına kakmayın.

Korkutup, sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak usandırmaya çalışmayın. Yaramazlıkları için onları kötü çocukmuş gibi yargılamayın. Yanlış davranışları üzerine durarak düzeltin. Ceza vermeden önce mutlaka onu dinleyin. Suçunu aşan cezalar vermeyin.

Onu dinleyin. Çünkü öğrenmeye en yatkın olduğu anlar, soru sorduğu anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Gerçekleri söyleyin. Soru sorma şevkini kırmayın ve özenle cevaplandırın.
Onları, yeteneklerinin üstünde işlere zorlamayın, başarabileceği işler için güdüleyin. Ona, güvendiğinizi belli edin, onu destekleyin ve çabasını övün.

Onu başkalarıyla karşılaştırmayın, umut-suzluğa kapılmasın. Yaşının üstünde olgunluk beklemeyin.

Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın. Öğrenmesi için zaman tanıyın. Dürüst davranmadığı zaman, çok fazla üstüne gitmeyin. Onu, yalan söylemeye sevk etmeyin.
Sizi çok bunaltsa da soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızabilirsiniz, ama onu aşağılamayın. Yoksa o da sizi yabancıların yanında güç duruma düşürebilir.

Çocuğunuza karşı haksızlık ettiğinizi fark ettiğinizde, ona açıklamaktan korkmayınız. Açıklamalarınız, sizi ona daha çok yakınlaştırır. Bunu zayıflık olarak görmeyin ve kullanmasından korkmayın.

Unutmayın ki, çocuğunuz sizi olduğunuzdan daha iyi görür. Kendinizi ona karşı yanılmaz ve erişilmez olarak göstermeye çabalamayın.

Ondan “örnek çocuk” olmasını beklemeyin. Çünkü o, sizden kusursuz olmanızı beklemiyor. Sevecen ve anlayışlı olmaya çalışın.

Çocuğunuza zorla yemek yedirmeye çalışmayın. Yemek yedirirken rahat davranın ve sağlıklı yiyecekleri alternatif olarak sunun. Çocuğunuz onlar arasından seçimini yapacaktır. Çocuğunuzun yeme isteğini yükseltin. Yediğinden emin olduğunuz yemek veya yemek çeşitlerini mutlaka sofrada bulundurun.

Yemek saatinden önce abur cubur şeylerle onun karnını doyurmayın. Yemek saatinde, onun acıkmış olması gerekmektedir.

Yemeklerin görüntüsünün iştah açıcı olmasına dikkat ediniz.
Tatlıyı (çikolatayı, şekeri...) yemeklere karşı rüşvet olarak kullanmayınız. Böylece tatlının yemeklerden daha çekici olduğunu düşünmezler. Yemek ya da yemekler arasında seçim yapabilirler. Herkes için yemek pişirmeyin, onun sevmediği yiyecekleri yenileriyle karıştırın. Yemek saatlerinin bütün ailenin zevk aldığı bir zaman dilimi olmasını sağlayın.
Çocuklarınız, dövüşür, atışır ve kavga ederler. Kavgayı önleyemezsiniz ama onunla baş etme ya da daha aza indirmek sizin elinizdedir.

Çocuklar genellikle günün belli saatlerinde ve belli durumlarda kavga ederler. Kavganın gerçek nedenini saptamak için ailenizi çok iyi gözlemleyin ve bunlara çözüm bulmaya çalışın
Çocuklarınız kavga ettiği zaman hakemlik yapmayın, “kim başlattı” vb. sözlerle tartışmanın içine girmeyin. Onlara kavgalarla baş etme sorumluluğunu verin. Odadan çıkın, onların sizi kullanmasına izin vermeyin. Ancak olayın kötüye gittiğini hissettiğiniz durumlarda araya girin.
Unutmayın; olayın ne kadar dışında kalırsanız çocuklarınız da kendi aralarındaki anlaşmazlıkları çözmede o kadar yaratıcı olacaklardır. Çocuklarınıza birbirlerine sevgilerini göstermelerini onlara öğretin.

Çocuklarınız, zaman zaman şiddet duygusuna kapılabilirler. Bunu engelleyemezsiniz. Ama şiddet davranışlarını engelleyebilirsiniz. Bunun için çevreyle ilişkilerinde şiddet hareketlerine sapmalarını engelleyecek kurallar koyun ve bunları ödün vermeden uygulayın.

Şiddet duygularını bastırmayın, duygularını size dökmesine fırsat verin. Böylece onları rahatlatmaya çalışın. İçten içe şiddet ve nefret duygularının gelişmesini engeller.

Çocuklarınıza kitap sevgisini, küçük yaşlarda kazandırmaya çalışın. Çünkü onlar 0-6 yaşta ne almışlarsa 70 yaşında da o birikim iledir. Kitaba karşı ilk ilgi ve merakın uyanması, okuma öncesi dönemine rastlar. Çocuğun eline verilen bol renkli, resimli kitaplar, ona anlatılan çeşitli öyküler, masallar, oyun oynama düşlerine seslenen dizeler, tekerlemeler bu dönemde çok önemlidir.
Çocuğun resimli kitabı eline alıp, kendi kendine yüksek sesle bir şeyler okuyup anlatıyormuş gibi yapması, çözemediği gizemli harflerin ardından çeşitli dünyaların da olduğunu, kavradığını gösterir. Okumayı öğrendikten sonra, harflerin ötesinde heyecan uyandırıcı, şaşırtıcı renkli dünyaların kimsenin yardımı olmadan kendi kendine çözümlemeye başlar. Artık kitap okuma çocuk için ayrılmaz bir bütün olur.

Okumak; düşünerek, benimseyerek, özümseyerek bireyin hayat görüşünü belirler. Çocuklarınızın sevgi, dostluk, barış ve iyi değerleri içeren konulu kitapları okumasını sağlayın. Vurdulu, kırdılı, ezberciliğe dayanan, kin ve nefret konulu kitapları okumalarına izin vermeyin.
Çocuk kitaplarında çevre, barış, eğitim, sevgi ve aşk, kadın erkek eşitliği, insan hakları, kuşaklar arası çatışma, geleneklerle hesaplaşma gibi kavramlarına yer verilmelidir. Bağnazlık ve ön yargıdan uzak olmalı, ırk üstünlüğü ve din ayrımı gibi inançlar aşılanmamalı, yurt sevgisi ve ulusal değerler aşılanmalıdır. Uluslararası düşmanlıklar körüklenmemeli, yiğitlik abartılmamalıdır. İnsan, çocuğa olumlu ve olumsuz yönleri ile tanıtılmalı, katı ahlak kuralları yerine insani değerler, hoşgörü ve esneklik esas alınmalıdır.

Sosyal Pedagoji ve Halk Eğitiminin Hedefleri

Sosyal Pedagoji ve Halk Eğitiminin Hedefleri

Aileleri korumak ve sağlıklı bir ortamda geliştirmek.

Çocukların sosyalleşmesine yardımcı olmak.

Kişilere sosyal ahlâk ilkeleri çerçevesinde sosyal sorumluluk aşılamak.

Toplumun genel kültürel, meslekî ve eğitim ihtiyacını karşılamak. Özellikle meslek veya sanat sahibi olmayanlara meslekî bilgi ve beceri öğretmek.

Bireyin kişisel yeteneklerini geliştirmek.

Bireyin toplum içindeki görevini daha iyi kavramasını sağlamak. Sosyal uyumuna ve gelişimine yardımcı olmak.

Örgün eğitim kurumlarından yararlanamamış olanlara temel eğitim olanakları sunmak.

Örgün eğitimden geçmiş kişilere belirli alanlarda duydukları eksikliklerini giderebilmek için tümleyici ve yenileyici eğitim sunmak.

Sosyal Pedagoji ve Sosyal Çalışmanın Faaliyet Alanları

Sosyal Pedagoji ve Sosyal Çalışmanın Faaliyet Alanları


Özürlülerin sosyal hayata adaptasyonu ve eğitimi.

Alkol ve uyuşturucu bağımlıların psiko-sosyal sorunlarına eğitimsel açıdan yardımcı olmak.

Yabancıların sosyal hayata uyumlarını kolaylaştırmak amacıyla dil kursları çerçevesinde pedagojik uyum programları sunmak.

Evsiz-barksız kişilere sosyal konut alanında veya geçici iskan konusunda yardımcı olmak.

Yardıma muhtaç kişi ve ailelerin psiko-sosyal ve maddî sorunlarını gidermek konularında yardımcı olmak.

Aile içi şiddete maruz kalmış kadın ve çocukların psiko-sosyal sorunlarına yardımcı olmak ve geçici-kalıcı sosyal konutlar bulmak.

Çocukların psiko-sosyal ve eğitim sorunlarına yardımcı olmak.

Tutukluların eğitim gereksinimlerini karşılamak.

Sosyal Pedagoji

Sosyal Pedagoji

Sosyal pedagoji, Alman bilim adamı Adolf Diesterweg (1790-1866) tarafından ilk defa ortaya atılan bu terim, toplumda mağdur duruma düşmüş, sosyal yönden tecrit edilmiş veya şahsî yönden problemleri olan insanların sosyal hayata yeniden kazandırılmaları, bağımsız ve üretken hâle gelmelerini sağlayan terapoytik, eğitimsel ve danışmaya yönelik hizmetlerin bütünüdür. Daha basit bir yaklaşımla sosyal pedagoji, sosyal sorunlu çocuk, genç ve yetişkinlerin okul dışı eğitim ve terbiyesidir.

Bazı sosyal bilimciler, sosyal pedagojiyi, toplumsal eğitim veya yaygın eğitim anlayışı ile daha çok halk eğitimi veya kitle-toplum eğitimi olarak tanımlamaktadır. Bazıları da sosyal pedagojiyi, halk eğitimi çerçevesinde dar anlamda sadece yetişkinler eğitimi olarak görmektedir.

Topluma yönelik eğitim faaliyetlerinin ortak noktası, okul dışı, bir başka ifadeyle örgün eğitimin dışında kalmasıdır. Dolayısıyla, sosyal pedagoji; mecburî eğitimini tamamlamış olan veya buna paralel olarak bazı sosyal sorunlu kişiler için, genelde kamu kurum ve kuruluşlarca düzenli, plâanlı ve sistemli bir şekilde yürütülen yaygın eğitim faaliyetlerinin bütünüdür.

Örgün eğitim sistemine hiç girmemiş veya herhangi bir kademesinde bulunan veya bu kademeden çıkmış gençlere ve bütün yaş gruplarına, örgün eğitimin yanında veya dışında düzenlenen eğitim, öğretim, rehberlik ve uygulama faaliyetleri, sosyal pedagoji kapsamına girmektedir.

Halk eğitiminin yöneldiği kitle; yaş, akıl, cinsiyet, eğitim düzeyi, öğrenme ihtiyacı-isteği, sosyal statü ve sosyal gereklilik bakımından birbirinden farklı kişilerden meydana gelmektedir.

Türkiye'de halk eğitiminden yararlanan kişilerin başında daha çok okuma yazma bilmeyenler, ev kadınları; beceri sahibi olmayan veya niteliksiz işsizler¸ serbest meslek erbabı; yaşadıkları ülkenin lisanını bilmeyen yabancılar, işçiler; işverenler; çiftçi; öğrenci; zanaatkâr ve esnaf gelmektedir.

Sosyal pedagojik faaliyetlerin kapsamına hemen hemen aynı sosyal gruplar girmektedir. Ancak, bu hedef kitlelerin içinde psiko-sosyal yönden sorunlu olan kişiler, asıl sosyal pedagojin ilgi alanına girmektedir.

Sosyal eğitim faaliyetleri, sosyal politikalar, sosyal hizmetler, gençlik hizmetleri ve aile hizmetleri aracılığı ile yürütülmektedir.

Avrupa'da sosyal pedagojik hizmetler, 19. yüzyılda kilise tarafından başlatılmıştır. Hedef grup, daha ziyâde sanayi devriminden olumsuz yönde etkilenen ve şehirlere göç eden büyük ailelerin çocukları olmuştur. Bu dönemde örneğin Almanya'da, özellikle büyük şehirlerde kilise örgütleri tarafından muhtaç gençlere, meslekî eğitim imkânı tanıyan yurtlar, dernekler ve okulların yanında özel çocuk bakım evleri açılmıştır.

Bugün, sosyal pedagojik hizmetlerin faaliyet alanları ile sosyal çalışmanın faaliyet alanları birbirine çok yakındır. Bir kamusal sosyal faaliyet biçimi olarak sosyal çalışma, kötü sosyal şartları ortadan kaldırmak ve sosyal sorunlu kişi ve ailelere aynî veya nakdî destek sağlamakla bu maddî sorunun ortadan kalkmasına yardımcı olurken, sosyal eğitim daha çok bu sosyal grupların eğitimleri ile ilgilenmektedir.

Pedagoji Nedir?

Pedagoji nedir?

Kelime anlamları:

- Eğitimi konu alan disiplindir.
- Sıklıkla öğretimle eş anlamlı kullanılır.
- Pedagoji, öğretmen merkezli bir eğitimdir. Yani neyin, nasıl ve ne zaman öğretileceğine öğretmen karar verir.
- Çocukları yetiştirme bilimi ve sanatıdır.
- Pedagoji, eğitimi gerçekleştirmek ve özellikle de,öğretilen vasıtaların tümüdür.
- Başkalarının kanıları, fikirleri ve alışkanlıkları üzerinde etkili olmayı amaçlayan her türlü aksiyondur.


Pedagoji belli kurumsal çerçeveler içinde icra edilen ve bazı ahlaki ve felsefi amaçların gerçekleştirilmesini hedef alan eğitim faaliyetlerinin incelenmesi, seçilmesi ve uygulanmasıdır.
Pedagojiyi çok katlı bir bina gibi düşünmek gerekir. Bu katlardan biri bilimle, diğeri ahlak ve pratik felsefe ile, üçüncüsü teknikle, sonuncusu da estetik, yaratılışla yakınlık gösterir.
Pedagoji eğitimle ilgili şeyleri belli bir tarzda düşünmekten ibarettir.
Pedagoji geleneksel, ampirik,tedavi edici,sibernetik ve kurumsal türler altında incelenir.