9 Nisan 2008 Çarşamba

DIŞSAL KURALLARA BAĞLILIK DÖNEMİ

1. DIŞSAL KURALLARA BAĞLILIK DÖNEMİ

Bu dönem, 6-12 yaş arasını kapsamaktadır. Çocuk kuralların değişmezliğine inanmaktadır, kurallara uymayanların otomatik olarak cezalandırılması gerektiğini düşünür. Kayıtsız şartsız otoriteye uyma söz konusudur. Bu dönemde çocuğa ebeveyni ve diğer yetişkinler tarafından ne yapması ve ne yapmaması gerektiği söylenir.

Kurallara uymamasının doğal sonucunun cezalandırılmak olduğuna inanır. Yargı, sadece sınırlı olan gerçeklere dayalıdır ve kural ihlalinde ceza, otomatik olarak verilmelidir. Davranışın gerisindeki nedenler dikkate alınmaz. Böyle bir mantık çocukların, kuralların kesin ve değişmez olduğunu inanmalarına neden olur.

AHLAKİ ÖZERKLİK DÖNEMİ

2. AHLAKİ ÖZERKLİK DÖNEMİ

Bu dönemde, çocuğun sosyal dünyası giderek artan akran guruplarıyla genişlemiştir. Çocuğun sürekli diğer çocuklarla etkileşimde bulunması ve işbirliği yapması, kurallar hakkındaki fikirlerin değişmesine zemin oluşturur ve ahlak ilkeleri değişmeye başlar.

Kuralların insanlar tarafından oluşturulduğu ve gerektiğinde değiştirilebileceği bilincine ulaşır. Ceza, artık kuralların ihlal edilmesiyle otomatik olarak uygulanması gereken bir durum değildir. Kuralların ihlal edilme nedenleri de önemlidir. Diğer bir deyişle, yargıda bulunurken kuralları ihlal edenlerin niyetleri ve içinde bulundukları durumlarda dikkate alınır

KOHLBERG’İN AHLAK GELİŞİMİ KURAMI

KOHLBERG’İN AHLAK GELİŞİMİ KURAMI

Kohlberg’in ahlak gelişimi kuramı, Piaget’nin kuramının yeniden incelenmesi ve anlamlandırılmasıdır. Kohlberg de Piaget gibi çocuk ve yetişkinlerin, belirli durumlarda davranışlarını yöneten kuralları nasıl yorumladıklarını incelemiştir.

Ancak Kolberg, araştırmasını, çocukları oyunda gözleyerek değil, çocuklara ahlaki ikilemleri kapsayan belirli durumlarvererek onlara bu durumlarda nasıl tepkide bulunacaklarını sorarak yürütmüştür.

Aşağıda Kohlberg’in kullandığı problem durumlarından iki örnek verilmiştir

ÖRNEK DURUM 1
Joe’nun babası, Joe 50 dolar kazandığı taktirde onu kampa götüreceğine söz vermiştir. Ancak daha sonra fikrini değiştirmiş, Joe’dan kazandığı parayı kendisine vermesini istemiştir. Joe da yalan söyleyerek 10 dolar kazandığını söylemiş; 40 doları kampta kullanmak üzere kendisine ayırmıştır. Joe kampa gitmeden önce, küçük kardeşi Alex’e babasına yalan söylediğini ve kazandığı para miktarını söylemiştir. Alex bu durumu babasına söylemeli mıdır?

ÖRNEK DURUM ıı
Avrupa’da bir kadın, hasta ve ölmek üzeredir.Son zamanlarda hayatını kurtarabilecek bir ilaç, aynı kasabada oturan bir eczacı tarafından bulunmuştur. Eczacı, ilaç için 2000 dolar istemektedir. Bu fiyat, ilacın maliyetinin 10 katıdır. Hasta kadının kocası Heinz borç para alabileceği her yere gider. Fakat topladığı paralar, ilaç fiyatiın yarısı kadardır. Heinz, eczacıya karısının ölmek üzere olduğunu söyleyerek ya ilacı biraz ucuza satmasını ya da daha sonra ödemesine izin vermesini ister. Ancak eczacı bunu kabul etmez. Hainz çaresiz bir durumdadır. Eczanenin camını kırarak karısı için ilacı çalar. Bu durumda hasta kadının kocası ne yapmalıydı? Niçin? (Kohlberg).

Kohlberg, yukardaki durumlar ve benzerleri için aldığı cevapları sınıflayarak, insanların altı yargı aşaması geçirdiklerini belirtmektedir. Bu altı aşama ise, üç düzey içinde yer almaktadır. Bu düzeyler:

• Gelenek öncesi düzey
• Geleneksel düzey
• Gelenek sonrası düzey

Bu üç düzey, çocuk ya da yetişkinin “doğru” ya da “ahlaki davranış” olarak neyi algıladığına ve bunu nasıl belirlediğine göre sıralanmıştır. Diğer dönem kuramlarında olduğu gibi, her bir düzey kendinden öncekine dayanmakta, kendinden sonraki döneme temel oluşturmaktadır. Ancak aynı kişi, bazı zaman ve durumlarda bir aşamada davranış gösterirken, bir başka zaman ve durumda da başka bir aşamada davranış gösterebilmektedir. Bu düzeyler ve düzeylerin içinde yer alan aşamalar aşağıda kısaca açıklanmıştır.

Geleneksel Düzey

Geleneksel Düzey

Bu düzey, ahlak gelişiminde üç ve dördüncü aşamaları kapsar. Birey, için aile, grup ve ulusun beklentileri, her şeyden önemlidir. Bu beklentiler yakın ve açık sonuçları düşünülmeksizin kabul edilir ve değerlidirler. Sosyal düzeni destekleme ve sadakat önemlidir. Kendi ihtiyaçları bazen grubunkilere göre ikinci planda kalır.

Aşama 3: Kişiler Arası Uyum Eğilimi
Geleneksel düzey içinde yer alan üçüncü aşamada, akran gruplarıyla işbirliği gözlenir. İyi davranış, başkalarına yardım etmek ya da onları mutlu etmektır. Başkaları tarafından onay görmek, iyi çocuk olmak önemlidir. Ben merkezliliğin azalması ve somut işlemler dönemine girmesiyle çocuk, olaylara başkaları açısından bakabilme özelliğini kazanır. Ahlaki yargılarda başkalarının hissettiklerini de dikkate alır. Ancak yaptıklarını sadece ceza almamak için (aşama 1) ya da kendisi için (aşama 2) değil; aynı zamanda başkalarını mutlu etmek için yapmaya çalışır.

Aşama 4: Kanun ve düzen eğilimi
Bu dönemde doğru davranış, otoriteye ve sosyal düzene uygun olarak kişinin görevini yerine getirmesidir. Artık, akran gruplarının kurallarının yerini, toplumun kuralları ve kanunları almıştır. Kanunlar soru sorulmaksızın izlenir. Kanunlara uymayanlar asla onaylanmazlar. Birçok yetşkin, muhtemelen bu dönemde kalır.

GELENEK ÖNCESİ DÜZEY

GELENEK ÖNCESİ DÜZEY

Bu düzey Piaget’nin “dışsal kurallara bağlılık” döneminin özelliklerini kapsar. Kurallar başkaları tarafından konur. Bu düzeydeki çocuk, kültür içinde kabul edilen iyi ve kötü ölçütlerine göre davranır. Ahlak gelişiminde yer alan altı aşamadan ilk ikisi, gelenek öncesi düzey içinde yer alır.

Aşama 1: Ceza ve itaat eğilimi
Bu düzeydeki çocuklar sadece otoriteye uyar ve cezalandırılmaktan kaçınırlar. Genel olarak olayların dış görünüşüne ve meydana gelen zararın büyüklüğüne bakarak karar verirler. Olayın gerisindeki neden önemli değildir. Etkinliğin fiziksel sonuçları, etkinliğin iyi ya da kötü olduğunu belirler. Örneğin bir çocuk, annesine yardım ederkenon tane tabağı kazara düşürüp kırmıştır. Bu dönemdeki çocuklara, hangi çocuğun daha suçlu olduğu sorulduğunda; on tane tabağı kıran çocuğun daha suçlu olduğunu belitmişlerdir.

Aşama 2: Araçsal İlişkiler Eğilimi
Çocukların kendi ihtiyaç ve isteklerinin karşılanması önemlidir. Diğer insanlarında ilgilerinin farkına varırlar. Ancak, ahlaki yargıda bulunacakları zaman, başkalarının ihtiyaçlarını somut bir şekilde dikkate almakla birlikte, hala birinci planda kendileri vardır. Ne kadar alırlarsa o kadar vermeleri söz konusudur. “sen benim sırtımı kaşı, bende seninkini” atasözüne uygun davranmaktadır.

KOHLBERG’İN KURAMININ SINIRLILIKLARI

KOHLBERG’İN KURAMININ SINIRLILIKLARI

Kohlberg, ahlak gelişim aşamalarının aşağı yukarı aynı yaşlardaki bireylerde aynı sırayı izlediğini, ABD, Meksika, Tayvan ve Türkiye’de ortaya koymuştur. Birçok araştırma, erkeklerle yürütülmekle birlikte, kadınlarla yapılan bazı araştırmalarda da benzer yapılar bulunmuştur. Ancak Kohlberg, bulgularını tüm insanlara genellemiştir.

Kohlberg’in kuramının önemli sınırlılığı, gerçek davranışı gözlemekten çok, ahlaki usa vurma ile ilgilenmesi olmuştur. Bazen insanların söyledikleri ile yaptıkları farklılık gösterebilmektedir. Ayrıca, farklı dönemlerde bulunan bir çok kişi, benzer şekilde davranabilmekte ya da aynı dönemde bulunan bir çok kişi farklı davranabilmektedir. Ahlak davranışları ile ilgili bir çalışma daHartshorne veMay tarafından yapılmıştır. Bu çalışmada bireylere yakalanmayacak şekilde çalma ya da aldatma fırsatları verilmiştir. Çok az çocuk, her durumda dürüst davranış ve çok azı da her durumda çalma ya da aldatma davranışı göstermişitir.

Sonuç olarak, Kohlberg’in ahlak gelişimi dönemlerinin kesinlik derecesi ve evrenselliği tartışmaya açıktır.

GELENEK SONRASI DÜZEY

GELENEK SONRASI DÜZEY

Bireyin, başkaları ve otoriteden bağımsız olarakizlemek istediği ahlak ilkelerini seçtiği ve kendine özgü değer sistemini örgütlediği düzeydir. Ahlak gelişiminin beş ve altıncı aşaması bu düzeyin kapsamındadır.

Aşama 5: Sosyal sözleşme eğilimi
Bu aşama, gelenek sonrası düzey içindedir. Kanunların kullanımı ve bireysel haklar eleştirici bir şekilde incelenir. Toplumun kanunları ve değerlerinin göreli ve topluma özgü olduğu kabul edilmektedir. Kanunların demokratik olarak değiştirilebileceği ilkesine sahiptirler. Kanunlar, sosyal düzeni korumak, temel yaşama ve özgürlük haklarını güvence altına almak için gerekli görülmektedir. Bu ahlak gelişimi düzeyine, yetişkinlerin ancak %25’den azı gelebilmektedir.

Aşama 6: Evrensel ahlak gelişimi
Bu aşama ahlak ilkelerinin sonuncu aşamasıdır. Kişi ahlak ilkelerini kendisi seçip oluşturur. Bu ilkeler, adalet, eşitlik, insan hakları gibi bazı soyut kavramlara dayalıdır. Bu ilkeleri ihlal eden kanunlara uyulmamalıdır. Çünkü “adalet yasanın üstündedir” . Bireyin haklarına saygı esastır.
Son zamanlarda kohlberg, 6. Dönemin, 5. Dönemden gerçekte çok farklı olmadığını bu nedenlede bu iki dönemin birleştirilebileceğini önermiştir.

AHLAK GELİŞİMİ DÜZEYLERİ

AHLAK GELİŞİMİ DÜZEYLERİ

1. 1. Gelenek öncesi düzey
• • Kurallar başkaları tarafından düzenlenir.
• • Etkinliğin fiziksel sonuçlarına göre iyi ya da kötü belirlenir.
• • Bireyin kendi gereksinimleri ön plandadır. AHLAK GELİŞİMİ AŞAMALARI
1. 1. Ceza ve itaat eğilimi
• • Çocuk otoriteye uyar ve cezadan kaçınır
• • İyi ya da kötüyü etkinliğin fiziksel sonuçları belirler.

2. 2. Arasal ilişkiler eğilimi
• • Her ne olursa olsun bireyin kendi ihtiyaçları önemlidir. Bazen diğerlerinin ihtiyaçlarını da dikkate alır. Ancak, ne kadar alırsa, o kadar verir.

2. 2. GELENEKSEL DÜZEY
• • Aile, grup ve ulusun beklentileri, yakın ve açık sonuçları düşünülmeksizin önemlidir.
• • Bireyin kendi ihtiyaçları grubundakilere göre ikinci plandadır.
• • Kanunlara uyma ve sosyal düzeni koruma önemlidir. 3.CEZA VE İTAAT EĞİLİMİ
• • İyi davranış, başkalarına yardım etmek ve başkalarını mutlu etmektir

4.KANUN VE DÜZEN EĞİLİMİ
• • Kanunlara ve sosyal düzene uymak önemlidir.
• • Doğru davranış, bireyin sosyal düzen ve otoriteye uygun olarak görevini yerine getirmesidir.

3. 3. GELENEK SONRASI DÜZEY
• • Bireyin kendine özgü ahlak ilkelerini seçtiği ve değer sistemini örgütlediği düzeydir.

5.SOSYAL SÖZLEŞME EĞİLİMİ
• • Kanunlar toplumun iyiliği için değişebilir
• • Değerler ve kanunlar eleştirici bir şekilde incelenir.

6.EVRENSEL AHLAK İLKELERİ EĞİLİMİ
• • Birey kendine özgü ahlak ilkelerini örgütler
• • Bu ilkeler genellikle eşitlik adalet insan insan haklarına dayalıdır
• • “Adalet kanunun üstündedir.”

PİAGET'İN AHLAK GELİŞİM KURAMI

PİAGET'İN AHLAK GELİŞİM KURAMI

Günümüz pisikolojisinde ahlak konusunda en etkili teori Cenevreli pisikolog Jean Piaget'ininki olmuştur.Kırk yılı aşan bir zaman içinde çeşitli tenkitlerle uğraşmış olmakla beraber, Piaget'in ahlaki gelişme teorisi esas yapısını muhafaza ederek yeni yeni araştırmaların yapılmasına yol açmıştır.

Piaget yardımcıları ile birlikte "Cenevreli çocuklar üzerinde yaptığı sistemli müşahedeler sonunda Ahlaki duygu ve düşüncenin çeşitli yaş devreleriyle birlikte belirlendiğini ve ahlaki gelişmenin çocuktaki genel düşünce gelişmesiyle paralel gittiğini ileri süren bir teori ortaya atmıştır.Bu yüzden onun teorisine "kognitif gelişme teorisi" de denir.Ahlaki gelişme bu umumi zihni gelişmenin bir tarafını teşkil etmektedir.

Piaget zihni gelişmenin merhaleler halinde ilerlediğini ileri sürer.Fakat buradaki merhaleler diyalektik bir gelişmenin kısımları halinde düşünülmektedir.

Piaget'ye göre çocukta ahlaki düşünce gelişmesi iki safha halindedir.Herhangi bir düşünceye sahip olmayan çocukta bu konulardaki ilk düşünce etraftaki büyüklerin direkt etkisiyle şekillenen bir otoriteci ahlakın özelliklerini gösteriyor.Çocuk bu otoriteci ahlakın, büyüklerin direktiflerini mutlak ve değişmez gerçek sayan düşünceden sonra Piageti'in otonomi dediği bir ahlaki düşünce tipine geçer.Birinci merhalede ahlakı sadece mevcut kurallara katı bağlılık şeklinde anladığı ve kuralların değişmeyeceği kanaatinde olduğu halde ikinci merhalede ahlakı değişmez prensipler olarak değil, karşılıklı anlaşmaya bağlı olan ve hal şartlara göre değişebilen bir normotif sistem halinde görür.Her iki anlayış da zihin gelişmesiyle paraleldir. (GÜNGÖR,Prof.Dr.Erol,Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı Yayınları,1993)

KOHLBERG'İN AHLAK GELİŞİM TEORİSİ

KOHLBERG'İN AHLAK GELİŞİM TEORİSİ

Kohlberg esas olarak Piaget'in kuramının yeniden düzenlenmesi gerektiğini iddia etmiş,ahlaki gelişmenin Piaget'in aksine 11 yaşınddan itibaren olgunluğa başladığı görüşünü reddetmiştir.o bu safhayı 16 yaşına kadar uzatıyor.

Kohlberg'in teorisi oldukça yakın tarihte ortaya atıldığı için bu teoriyi test etmek maksadıyla yapılan araştırmaların sayısı azdır.Fakat son yıllarda bu istikametteki araştırmaların sayısı hızla artmaktadır.Kohlberg'in Gelişme teorisinin gerçekten birbiri arkasından geldiklerini ve bir kognitif ilerlemeye işaret ettiklerini gösterir mahiyettedir.

KOHLBERG'İN AHLAK GELİŞİM TEORİSİ

KOHLBERG'İN AHLAK GELİŞİM TEORİSİ

Kohlberg esas olarak Piaget'in kuramının yeniden düzenlenmesi gerektiğini iddia etmiş,ahlaki gelişmenin Piaget'in aksine 11 yaşınddan itibaren olgunluğa başladığı görüşünü reddetmiştir.o bu safhayı 16 yaşına kadar uzatıyor.

Kohlberg'in teorisi oldukça yakın tarihte ortaya atıldığı için bu teoriyi test etmek maksadıyla yapılan araştırmaların sayısı azdır.Fakat son yıllarda bu istikametteki araştırmaların sayısı hızla artmaktadır.Kohlberg'in Gelişme teorisinin gerçekten birbiri arkasından geldiklerini ve bir kognitif ilerlemeye işaret ettiklerini gösterir mahiyettedir.(GÜNGÖR, Prof Dr. Erol, Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı yayınları,1993)

Nuray Senemoğlu

ERİKSON VE PSİKOSOSYAL GELİŞİM

ERİKSON VE PSİKOSOSYAL GELİŞİM

İnsan gelişimini dönemler halinde inceleyen kuramlardan biri de, psikososyal gelişimi konu edinen ve Erik. H. Erikson tarafından geliştirilen kuramdır. Erikson önceleri klasik Psikoanalitik kuramı benimsemiş, fakat daha sonra psikanalizin eksik yanlarını görerek kendi kuramını geliştirmiştir; kuramını geliştirirken psikanalizden de yararlanmıştır.
Psikoanalitik yaklaşımdan farklı olarak, çocukluk dönemlerinin yanı sıra ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerine de yer vermiştir. Bunun yanı sıra, insan gelişiminde kültürel, sosyal ve çevresel etkenlerin önemini vurgulamıştır. Erikson’a göre uygun çevresel şartlar ortaya çıktığında daha önceki yaşantılara bağlı olmaksızın sağlıklı dönemler geçirile bilir.

Erikson’un kuramının dayandığı temel düşünceler şunlardır:
• Genel olarak insanların temel ihtiyaçları aynıdır.
• Benlik ya da egonun gelişimini temel ihtiyaçların karşılanmasıyla oluşmaktadır.
• Gelişim dönemler halinde meydana gelir.
• Her dönem gelişim için fırsatlar sağlayan bir krizle veya pisikososyal problemle nitelenir.
• Farklı dönemler bireyin güdülenmesinde farklılıklar oluşturur.

Erikson’un pisikososyal gelişim kuramı çok yaygın kabul görmesine karşın, bazı eleştiriler de almıştır; öne sürdüğü görüşler genellikle kontrollü araştırmalara dayanmayan kişisel ve öznel yorumlardır. B kuram ile ilgili olarak yapılan bir diğer eleşride çocukların bir dönemden diğerine nasıl geçtiklerinin yeterince açıklanmadığı konusundadır. ( Biehler ve Snowman, 1986 )

Erikson’a göre dönemler

Erikson’a göre dönemler şunlardır:

0-6 Yaş Arası Psikososyal Gelişim

Erikson 0-6 yaşları arasında üç döneme yer vermektedir

a. ) Temel güvene karşı Güvensizlik ( 0 ile 1.5 yaş )
b. ) Özerkliğe karşı Şüphe ve Utanç (1.5 ile 3 yaş )
c. ) Girişkenliğe karşı Suçluluk ( 3 ile 6 yaş )

TEMEL GÜVENE KARŞI GÜVENSİZLİK ( 0- 18 AY)

TEMEL GÜVENE KARŞI GÜVENSİZLİK ( 0- 18 AY)
Birinci dönem

İlk dönem, doğumdan bir buçuk yaşına kadar süren bir dönemi kapsar. Freud’un önerdiği gelişim dönemlerinden oral döneme denk düşer. Bu dönem de haz bölgesi ağızdır. Belli başlı davranış biçimi olarak emme, ya da içine alma gösterile bilir. Bebek bu dönem de etrafındaki uyarıcıları içine alma gösterilebilir. Bebek bu dönem de etrafındaki uyarıcıları içine almaya çalışır. Bunu hem emme biçiminde, hem de diğer duyu organlarıyla yapmaya çalışır. Örneğin gözleriyle etrafında gördüklerini içine almaya çalışır. Bu dönemin ikinci kısmın da diş çıkarma ile birlikte ısırma davranışı görülmeye başlar.
Bu dönem uygun şekilde geçirilmediği takdirde, ağızla ve içe almayla ilgili bir takım davranışlar sıklıkla görülebilir: Sigara içme gibi

Erikson’a göre bebekler anne ya da bakıcılarının davranışlarında güvenilebilirlik sezdikleri zaman onlara karşı temel bir güven duygusu geliştirirler. Örneğin, bebek ağladığı, acıktığı ve altını ıslattığında hemen rahatsızlığı gideriliyorsa, annesine ve yahut kendisine bakan kişiyi yanında bulmazsa ona karşı bir güvensizlik duygusu geliştirir. Eğer bir çocuk annesi yanından ayrıldığında gereksiz bir korkuya kapılmaksızın sakin bir vaziyette durabiliyorsa, bu onun annesine karşı temel güven duygusu geliştirdiğinin bir göstergesidir. Aksi halde, bebek ihtiyacı olmasa bile annesi yanından ayrılır ayrılmaz ağlamaya başlar. Bura da “sana güvenmiyorum, beni bırakıp gideceksin, daha önce de böyle yapmıştın” mesajı vardır.

Temel güven duygusundan yoksun yetişmiş olan çocuklar, ileriki hayatlarında sosyal ilişki kurmaktan çekinen kendine güvensiz kişiler olabilirler. Ancak, kişi daha sonraki dönemlerde bu eksikliğini telafi edebilirse sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilen ve kendine güvenen bir insanda olabilir. Bu Erikson’un antidetarminist yaklaşımının bir sonucudur.

ÖZERKLİĞE KARŞI ŞÜPHE VE UTANÇ (18 AY 3 YAŞ )

ÖZERKLİĞE KARŞI ŞÜPHE VE UTANÇ (18 AY 3 YAŞ )
İkinci dönem

İkinci dönem bir buçuk yaşında başlayıp üç yaş civarında biten ve Freud’un anal dönemine karşılık gelir. Anal dönem haz ve ilginin dışkılama ve bırakma davranışlarını yoğun bir şekilde kullanır. Bu dönemde haz kaynağı dışkı bölgesi ve ilgili bu iki davranış biçimidir. Erikson bu davranış biçimini tutma ve fırlatma olarak geniş anlamda eli almaktadır. Bu dönem tuvalet eğitiminin ağır bastığı dönemdir.

Bu dönemde yetişkinlerin çocuklar üzerinde baskı kurdukları bir konu da tuvalet eğitimidir. Erikson bundan “tuvalet eğitimi savaşları şeklinde söz etmektedir: Tuvalet eğitiminde cezalandırıcı ve utandırmaya yönelik bir tutum izleyen ana babalar, çocuğun utanma ve şüphe duygularına yöneltmektedir. Aşırıcı koruyucu, kısıtlayıcı ve cezalandırıcı ana baba tutumu da özerkliği engelleyen etkenler arasındadır.

Aynı zamanda bu dönem inatçılık dönemidir. Bu dönemde çocuklar inatla bir şeyi ellerine alır, inatla onu savunur ve korur veya istemedikleri şeyleri de ve inatla fırlatır, atarlar. İstemedikleri şeyi tutturmak da istedikleri şeyi ellerinden almak da zor olur. Çocuklar genellikle bu iki davranışı birbirlerinden ayırmazlar. Yani çocuk hem alır hem atar. Şimdi aldığı bir şeyi hemen de atabilir.

GİRİŞKENLİĞE KARŞI SUÇLULUK (3-6 YAŞ )

GİRİŞKENLİĞE KARŞI SUÇLULUK (3-6 YAŞ )
Üçüncü dönem

Üçüncü dönem üç ile altı yaş arasını kapsar. Freud’a göre fallik dönemdir. Fallus erkek cinsel organı anlamına gelir. Dolayısıyla, bu dönemde kişinin dikkati, ilgisi ve haz duygusu cinsel organlarına yönelmiştir. Freud, kuramını bu dönemde yaşandığını düşündüğü Oedipus kompleksi üzerine kurmuştur. Oedipus kompleksi, erkek çocuğun annesine karşı (cinsel) bir istek duyması ve babasını rakip olarak algılaması demektir.

Girişkenliğe karşı suçluluk dönemindeki çocuk kendisinin ve aile üyelerinin rollerini daha açık bir şekilde kavramaya başlar. Çevresindeki bireylerle yakın ilişkiler kurar ihtiyaçlarını karşılarken daha aktif ve saldırgandır. Cinsiyet organları konusunda bazı meraklarını gidermek çabasındadırlar.

Üç ile altı yaşlarındaki çocuklar motor becerileri geliştiği için sosyal ilişkilere daha fazla katılırlar. Bunun yanı sıra merak ve araştırma duygularını tatmin etmek için çeşitli faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetlerde başarısız olurlarsa suçluluk duygusu geliştire bilirler. Çocuğun yaptığı işlerin yetişkinler tarafından engellenmesi, ana babanın yanlış eğitim yöntemleri kullanması da suçluluk duygusuna yönelten etkenler arasındadır.

ÇALIŞKANLIĞA KARŞI AŞAĞILIK DUYGUSU 6-12 Yaş

6-12 Yaş Arası Psikososyal Gelişim

ÇALIŞKANLIĞA KARŞI AŞAĞILIK DUYGUSU (6-12 yaş)
Dördüncü dönem

Dördüncü dönem Freud, kuramını cinsellik ve özelde çocuk cinselliği üzerine kurduğu için, bu dönemi de cinsellik açısından yorumlamaktadır. Bu dönemde cinsellik örtülür. Bu yüzden Freud bu döneme örtülü (latent) dönem adını vermiştir. Hakikaten, çocuk bu dönem de cinsel meraklarını ansızın unutur, hatta karşı cinsi düşman cins ilan eder. Çocuklar bu dönemde kendi cinleri ile bir araya gelir ve oynarlar.

Erikson bu dönemi çalışkanlık duygusunun edinildiği dönem olarak tanımlamıştır. Bu dönem okuma, yazma, hesap gibi temel konuların öğrenildiği dönemdir. Çocuk bu bilgileri edinirken kendi ile aynı yaşlarda olan diğer çocuklarla kendini karşılaştırır ve kendisinin çalışkan olup olmadığına karar verir. Her ne kadar genel olarak çocuğun bu şekilde başkaları ile karşılaştırılmaları tavsiye edilmez ise de gerek öğretmen, gerek ana baba gerek tanıdıklar gerekse çocuğun kendisi onu başkaları ile karşılaştırır. Eğitimciler çocuğun başkaları ile değil, kendi başarıları ile değerlendirilmesi ve karşılaştırılması ve çocuğun yanlışlarının değil, doğrularının üzerinde durulması gerektiğini söylerler. Ayrıca herkesin iyi yaptığı iş vardır, önemi olan bu işin bulunmasıdır. O zaman çocuğun aşağılık duygusu edinmemesi sağlanabilir.

12-18 Yaş Arası Psikososyal Gelişim

12-18 Yaş Arası Psikososyal Gelişim

KİMLİK KAZANMAYA KARŞI ROL KARIŞIKLIĞI ( 12-18 YAŞ )
Beşinci dönem

Kimlik kazanmaya karşı rol karmaşası dönemi on iki on sekiz yaş arasını kapsar. Ergenlik dönemi sırasında “ben kimim? “ sorusu çok önemli hale gelir. Ergen, bu soruyu cevaplarken ana babasından çok, akran gruplarından etkilenir. Hızlı bir fizyolojik ve fiziksel değişme içindeyken aynı zamanda gelecekteki eğitimi, kariyeri hakkında yeni kararlar verme baskısı, daha önce oluşturduğu psiko-sosyal kimliğini gözden geçirmeye zorlar. Ergenlik dönemi değişme zamanıdır.
Ergen, bu dönemde arayış içindedir ve akran gruplarına körü körüne güvenir. Bu nedenle ergen, akran grupları istediği için antisosyal davranışlar gösterebilir.

Ergenin cevap bulması gereken birçok soru vardır. Bunlardan bazıları, “çocuk mu, yoksa yetişkin miyim ? “ “bir gün anne yada baba olacak mıyım, başarılı mı, yoksa başarısız mı olacağım ? “ vb. Bütün bu soruları ve duyguları açıklığa kavuşturmada, çözümlemede öğretmen ve ana babalar,ergene yardım edebilirler. Öğretmen ve ana babalar, ergene bir yetişkin olarak davranmalı ; onunla sevgi ve saygı temeline dayalı bir dostluk kurmalıdırlar. Ergenin sağlıklı bir şekilde kimliğini kazanmasında, çevresinde uygun özdeşimler kurabileceği (model alabileceği ) yetişkinlerin bulunması önem taşımaktadır.

Erikson’a göre bu dönemde ergen başarılı bir şekilde kimlik kazanma sorununu çözerse, kendine güvenen, kendinden emin bir kişi olarak yaşamını sürdüre bilir ve başarılı olur. Aksi durumda ise rol karmaşası, yaşamın gelecek dönemlerinde de bu kriz çözümleninceğe kadar sürecektir. Örneğin; ne yapmak istediğine karar veremeyen, bir işten öbürüne atlayıp bocalayan, çocuk gibi davranan yetişkinler, henüz kimlik kazanma krizini çözümleyememiş kişilerdir.

YAKINLIĞA KARŞI YALNIZLIK

YAKINLIĞA KARŞI YALNIZLIK
Altıncı Dönem

Ergenlik dönemindeki kimlik kazanma çabaları bu dönemde büyük ölçüde ortadan kalmaktadır. Genç, artık çevresindeki insanlarla yakın ilişkiler kurmaya ve sorumluluk almaya hazırdır. Bu dönemde dostluk sevgi ve cinsiyet ilişkileri önem kazanmaktadır. Birey bu ilişkileri içinde bulunduğu toplumun kuralları çerçevesinde yürütmeye çalışmaktadır. Çünkü artık daha gerçekçi olmaya başlamış ve toplumla arasındaki çatışmaya bir son vermiştir. Kurulan dostluklar ve arkadaşlıklar daha gerçekçi temellere oturtulur ve yapılan işlerde bir süreklilik görülür. Duygusal yapıdaki oynaklık yerini bir sükunete bırakır.

Bu dönemde karşılaşılan meselelerden biri de eş seçimidir. Birey ergenlik dönemindeki karşı cins anlayışını bir kenara bırakarak, gerçek sevgiye ve paylaşmaya dayalı bir evlilik yapma isteğini taşır.

Bu dönemde dikkati çeken bir başka konu da meslek seçimidir. Kişi kendi yeteneklerine ve kişiliğine uygun bir meslek seçme arzusundadır.

Arkadaşlık kurma, evlilik ve meslek seçimi gibi konularda başarısız olan bireyler, yakın ilişkiler kurmadıkları için yalnızlığa düşer ve kendilerini mutsuz hissederler. Çevrelerindeki insanlarla kurdukları ilişkiler yalın ve yüzeyseldir.

ÜRETKENLİĞE KARŞI DURGUNLUK

ÜRETKENLİĞE KARŞI DURGUNLUK
Yedinci Dönem

Bu dönem, orta yetişkinlik yıllarını kapsar. Kişi önceki evreleri başarılı olarak atlatmışsa bu dönemde üretken, verimli ve yaratıcıdır. Çocukları yoluyla neslini devam ettirmek önem taşır. Kişi evi dışında da topluma yararlı işler yapabileceği, kendinden sonraki kuşaklara rehberlik edebildiği sürece üretkendir. Bunlardan mahrum olan bireyler üretkenliğin aksine bir işe yaramama duygusuna kapılabilir ve durgunluk dönemine girebilirler. Sahte, köksüz ilişkiler kurar kendi doyumunu ve çıkarını öncelikle gözetirler.

Bu dönemdeki krizi, bireyin olumlu bir şekilde atlatmasında evini, işini paylaştığı kişilerle, yani çevresinde yoğun etkileşimde bulunduğu bireylere önemli roller düşmektedir. Bireye, işe yaradığı, toplum için, başkaları için gerekli olduğu duygusu yaşatılmalıdır. Ev ve ev dışındaki çalışmaları ödüllendirilmelidir.

BENLİK BÜTÜNLÜĞÜNE KARŞI UMUTSUZLUK

BENLİK BÜTÜNLÜĞÜNE KARŞI UMUTSUZLUK
Sekizinci dönem

Bu dönem, insan hayatının yaşlılık dönemini kapsar. Hayatının bu son döneminde birey önceki dönemlerde yaptıklarının bir muhasebesini yapar ve bir senteze ulaşmaya çalışır. Bu amaçla anlamlı ve değerli bir hayat geçirip geçirmedikleri konusunda öz eleştiri yaparlar.

Bilhassa bir önceki dönemde üretken olmuş insanlar bu dönemi daha rahat geçirebilir. Böyle kişiler geçmişte yaptıkları iyi ve kötü şeyleri kullanabilir ve bütünlüğe ulaşabilir ve kendilerini kabul ettikleri ve başkalarından da kabul gördükleri için mutludurlar.

Buna karşılık üretken olamamış kimliğini bulamamış kişiler hayatlarını boşa geçirdiklerini düşünerek umutsuzluğa düşerler. Umutsuzluk içindeki bir yaşlı ölümden korkar, uyumsuz bir insan olur ve “keşke geçmişte şöyle yapmasaydım” düşüncesi ağırlık kazanır. Bireyler bu dönemde daha dindarlaşır, hacca gider, dini etkinliklere daha sık katılmaya başlarlar.

BEBEKLİK DÖNEMİNDE DİL GELİŞİMİ (0-2)

BEBEKLİK DÖNEMİNDE DİL GELİŞİMİ (0-2)

Dil gelişimi, bilişsel ve bedensel gelişime paralel olarak yürür.

Dil gelişimi konusunda farklı görüşler (akımlar) vardır.

Bunlardan en yaygın ikisi Davranışçı görüş ve Psiko-Linguistik görüştür.

Davranışçı Dil Gelişimi Görüşü:
Dil, davranışçı öğrenme kuramlarına uygun olarak öğrenilir. Çocuk, çevreyi taklit ederek, doğru kelimeler ve cümleler söylediğinde ödüllendirilerek öğrenir.

Psiko-Linguistik Dil Gelişimi Görüşü:
İnsan, dil öğrenmek için özel bir mekanizmaya sahiptir. Çocuk yürümeyi nasıl öğreniyorsa dili de öyle öğrenir.

İnsan doğuştan dil ve konuşma yeteneğiyle doğar. Önce çevresindeki sesleri dinler, bunları anlamaya ve benzerini çıkarmaya çalışır. Ardından sözcükleri kullanarak cümleler kurar, kendisini anlatmak ve çevresini anlamak için...

8 Nisan 2008 Salı

İlk İletişim Aracı Olarak Ağlama Biçimleri ve Nedenleri

İlk İletişim Aracı Olarak Ağlama Biçimleri ve Nedenleri

Hayatın ilk günlerinde seslendirme, ağlama şeklindedir.Bu nedenle ağlama bir iletişim aracı niteliğindedir.Yedi haftalıktan küçük çocuklarda açlık ağlamak için en önemli nedenlerden biriyken, gürültü ve ışık ikinci dereceden önemli nedenler arasından sayılabilir.

Daha üç aylık bile olmadan çocuk, ağlamanın ilgi toplamak için bir yöntem olduğunu öğrenir.Daha ileri aylarda çocuk aç, yorgun olduğu, korktuğu, ya da yapmakta olduğu faaliyet kesildiği zaman ağlar.

Cıvıldama

Cıvıldama

İkinci ayın sonundan itibaren ilk zamanlara oranla daha az ağlamaya rastlanırken, bebekler kumru gibi sesler çıkarmaya başlarlar. Bu ilkel seslerin çevresel etkilerden ve işitme algısından bağımsız olarak meydana geldiği görülür.
Heceleme
Beş ve altıncı aylarda , kumru gibi ses çıkarma tek heceli anlamsız sözcüklere dönüşür. Çocuk artık seslendirmelerini dikkat çekmek, isteklerini açığa vurmak ya da karşı olduğunu belirtmek üzere kullanmaya başlar. Yani, bu ilkel dilini hem kendini ifade etmek , hem de diğerlerinin davranışını değiştirmek amacıyla kullanır.

İlk Sözcükler


Bebeğin ilk sözcükleri unutmayacak bir andır. Bebeğin ilk anlaşılır sözcüklerini söylediği günü daima hatırlarız. Artık bizim anlayabileceğiniz bir dilde iletişim kurmaya, düşündüklerini ve isteklerini bize anlatmaya başlamıştır. Bu durum için, yaş değişkenlik gösterse bile genellikle ilk sözcükler 10 ve 15 ay arası otaya çıkar. Bebeğin mırıldanırken sık sık "anne" ve "baba" sözcüklerini kullandığını gözlemleriz. Bunu doğal ortamda, bir kişiyi ya da bir nesneyi isimlendirerek yaptığında daha da emin oluruz. Örneğin, banyosu için su sesi duyduğunda "ba" demesi gibi.

İlk sözcükleri, genellikle kendisi için önemli olan "anne", "baba" gibi insanlar ya da günlük çevrede sık kullanılan "top" vb. nesnelerdir. Daha sonra, isteklerini ifade eden ya da eylem içeren, "bay bay" ya da "attı" gibi, sözcüklere geçerler. İsteklerini yalnızca ağlayarak anlatabilen yeni doğmuş bir çocuğun; öyküler anlatan, istekleri olan, şakalar yapan ve birçok soru soran bir çocuğa dönüşmesi gerçekten de şaşırtıcıdır.

Bebek Konuşması

Bebek Konuşması

Yetişkinlerin ve çocukların, bebeklerle konuşurken ses tonlarını ve şiddetlerini değiştirdiklerini daha melodik bir konuşma tarzını benimsediklerini de gözleyebilirsiniz. Buna bebek konuşması denir. Bunu yetişkinler bilinçli olarak değil, kendiliğinden yaparlar. Araştırmalar, bu tarz konuşmaların bebekler için çok yararlı olduğunu göstermektedir. Böylece bebekler, konuşmalar sırasında farklı sesler duyabilir ve farklı sözcüklerin anlamlarını öğrenebilirler. Bu, farkında olmadan yaptığımız bebek gibi konuşmak, nasıl bir konuşma tarzıdır? Bebek gibi konuşurken gerçekte neler olur.

Bu konuşma tarzında kendinizi;
• daha yavaş ritimle ve uzatarak konuşurken
• daha yüksek sesle konuşurken
• sözcükleri tekrarlarken
• konuşmalarınızı basitleştirirken
• sesleri vurgularken
• sözcükleri vurgularken bulabilirsiniz.
İlk başta, bebekle bu tarzda konuşurken komik duruma düştüğünüzü sanabilirsiniz, ancak bu değişik konuşma şeklinizin, bebeğin dikkatini daha çok çektiğini göreceksiniz

Ailenin Öğretebildikleri

Ailenin öğretebildikleri

Bebekler, doğuştan dil ve konuşma yeteneğiyle doğarlar; ancak ailenin yardımı çok önemlidir. Araştırmalar, çocuğun nasıl ve ne zaman konuşmayı öğrendiği konusunda, ailesinin desteğinin olumlu etkisi olduğunu göstermektedir.

Dili kullanmayı öğrenmek dereceli bir süreçtir. Bebek, çevresinde konuşulan dili dinlemekten mutlu olacaktır ve duyduklarını, pratik yaparak konuşmayı öğrenecektir. Önce kendisine söylenen şeyleri anlamaya, daha sonra da sözcükleri tek tek kullanmaya başlayacaktır. Başlangıçta bu sözcükleri tutarsız olarak kullanabilir. Daha sonra bu sözcüklerle basit cümleler kuracak ve en sonunda da daha uzun ve anlaşılır cümleler kurarak, hangi sesleri kullanacağını doğru olarak öğrenecektir.

Birçok aile, çocukların nasıl ve ne zaman konuşması gerektiğini bilmekte güçlük çekerler. Ancak, her çocuğun kapasitesinin farklı olduğunu unutmamak gerekir. Aynı ailedeki çocukların konuşmayı öğrenme süreleri farklı olabilir. Kız çocukları, erkek çocuklarına göre konuşmayı daha erken kazanabilmektedirler. Burada önemli olan, çocuğun dil gelişiminde tutarlı olmasıdır.

Dil Gelişiminde 0-1 Yaş

0-1 Yaş

Bebeğin dili öğrenmesi doğumla başlar. Dolayısıyla, ona yardım etmek için hiçbir zaman çok erken değildir. Bebekler, çevrelerinde duydukları sesleri dinlerler. Ayrıca, ne zaman mutlu ve ne zaman mutsuz olduklarını bilmemiz için sesler çıkarırlar.

Bu ilk aylarda konuşmanın temelleri hazırlanmıştır. Sizin konuşmanız sırasında, bebek size mırıldanarak ya da yüz mimikleriyle gülümseyerek tepki verir ya da motor hareketlerle el sallama ve tekme hareketleriyle yanıt verir. Bebekle konuşurken, diğer yetişkinlerle konuştuğunuz gibi davranın. Bir şey söyleyin ve sizi yanıtlamasını bekleyin, ardından tekrar bir şey söyleyin.

Dil Gelişiminde 1-2 Yaş

1-2 YAŞ

12 aylık dönemde hemen hemen tüm çocuklar ilk sözcüklerini söylerler. Ancak, bu çok değişken olabilir; kimileri bunu sekizinci ayda gerçekleştirirken, kimileri de 18 aylık döneme kadar bunu gerçekleştirememiş olabilir.

Bu dönemde önemli olan, çocuğun seslerle değişik ton ve şiddette denemeler yapmasıdır. Bu dönem içinde çocuğunuz daha fazla oyun oynamaya başlayacak ve aynı şarkıyı ya da ninniyi defalarca dinlemekten zevk alacaktır. Bu sizin için çok sıkıcı olabilir, ama onun için önemlidir. Çocuğunuz, daha fazla sözcük öğrenmeye başlayacak ve bu sözcükler daha anlaşılır hale gelecektir.

Dil Gelişiminde 12-18 Ay Arası

12-18 AY ARASI

• Çocuğunuzla iletişiminizde basit ve kısa cümleler kullanın.
• Doğal bir formda, ancak yavaş, anlaşılır ve açık konuşun.
• Çocuğunuzun sözcük kazanımı için, tercihli sözcüklerle soru yönelterek model olun. Örneğin; elma ya da muz ister misin? gibi.
• Oynayabileceği bazı oyuncakları sağlayın. Örneğin; oyuncak bir telefon, konuşma taklitleri yapabileceği en iyi oyuncaktır.

Dil Gelişiminde 18-24 Ay Arası

18-24 AY ARASI

• Yaptığınız aktiviteleri ve ne olduğunu anlatıp, tanımlayın.
• Birlikte bazı günlük aktiviteler yapın, böylece konuşacak çok şey olacaktır.
• Çocuğunuzun oyun içinde gerçek nesnelerle oynamasını teşvik edin, örneğin; gerçek yiyecekler kullanılan bir çay partisi gibi.
• Resimli olay ya da nesne kartlarıyla grup oyunları oynayın, bulmacalar çözün.
• Geçmişten, günümüzden ve gelecekten söz edin; bugün ne yaptınız, yarın büyükanne gelecek gibi.
• Eğer çocuğunuzun çıkarabildiği bir ses varsa (örneğin; baa), bu sesle başlayan ve çevresinde bulunan nesneleri öncelikle sözcük dağarcığına kazandırmayı hedefleyin. Örneğin; bardak gibi. Bu sözcüğü basit cümlelerde ve duruma uygun ifadelerin içinde kullanın.
• Hedeflediğiniz ve çıkarabildiği sese ilişkin sözcük kartları oluşturun. Bu kartlarla evin içinde çeşitli oyun ortamları hazırlayın. Karttaki sözcüğü göstererek ismini söyleyin. Sözcüğün nasıl söylendiğini duymasına yardımcı olun. Bazen ona da sorarak isimlendirmesini isteyin. Her ne şekilde isimlendirme yaparsa yapsın, doğru kabul edip, tekrar geri iletim sağlayın. Örneğin; Evet bu bir "bardak". Daha sonra /b/ sesiyle başlayan diğer karta geçin. Unutmayın, bu sadece bir oyundur, çocukları zorlamak ve terapist rolü oynamak çocuğunuz için gereksiz ve sakıncalı olacaktır. Kendi gelişim süreci içinde yalnızca onu desteklemeyi hedef alın.

İfade Edici Dilin Ortaya Çıkması

İfade Edici Dilin Ortaya Çıkması

Çoğu anne-baba, bebeklerinin ilk sözcüklerini duymanın heyecanını hatırlayabilir. Fakat bu önemli başarı bir gecede ortaya çıkmaz. Aslında, bebekler bir sabah tüm cümleleri kazanmış olarak uyanmazlar. Gerçekte, hastanede duyulan ilk çığlıktan "da-da" ya da "ma-ma" gibi kontrollü ifadelere gelişme yavaş, sistematik ve bir çok çocuk açısından önceden tahmin edilebilir.

Stark (1979), beş aşamalı dönemden oluşan dil-öncesi dönemi tanımlayan bir çerçeve oluşturmuştur. Dil gelişiminin bu ilk dönemleriyle ilgili olarak, yol gösterici olması açısından Stark'ın modeli kullanılacaktır. Ancak önce bir uyarıda bulunmak gereklidir: Dil gelişimi bireyseldir. Gelişimle ilgili genellemeler yapılması mümkün olsa da, bu genellemeler her çocuk için doğru değildir. Çocuklar arasında dil gelişimi açısından büyük farklılıklar vardır. Bu nedenle, bir çocuğu dil bozukluğu hakkında konuşulurken çok dikkatli olunmalıdır. Çünkü, çocuk aşağıda tanımlanan dönemlere harfiyen uymaz. Bu dönemlerin ötesinde gelişim gösteren bir çocukla ilgili olarak aşırı heyecanlanmak da bir hata olabilir. Bununla birlikte, çocuğun normal gelişim dizisinden bir sapma gösterdiği durumlar dikkate alınmalıdır.

Dil Gelişiminde Dönemler

Dil Gelişiminde Dönemler

I. Dönem (0-8 Hafta)

Bu dönemde; yeni doğanlar, refleksif ağlama ve hayati solunum yaparlar. Yani, ağızlarını açarlar ve ne geliyorsa çıkarırlar. Bu gelen tepkiler, genellikle anne-babanın ilgisini isteyen çığlık biçiminde yüksek sesli ağlamalardır. Bu ağlamayı göz ardı etmek güçtür, hatta acı vericidir. Bireysel farklılıklar olsa da, bu ağlamalar tipik olarak kısa, hızlı ve patlama şeklindedir. Kimi bebekler göreceli olarak daha sessizdir; diğerleriyse sürekli ağlıyor gibi görünürler. Kimileri çığlık şeklinde, yüksek sesli ağlamalara sahiptir, diğerleriyse sessiz ağlarlar. Bebekler ayrıca, anne-babalarına sanki bebek iletişim başlatmak istiyormuş gibi tepki verebilecekleri geğirme, öksürme ve hapşırık gibi sesleri çıkarırlar.

II. Dönem (8-20 Hafta)
Bu dönem, bebeklerin kendi ses çıkarma organları üzerinde, gittikçe artan oranda kontrol kazandıkları bir dönemdir. Ağlama ayırt edici hale gelir ve böylece anne-babalar, açlık, rahatsızlık, istek gibi farklı tür ağlamaları , birbirinden ayırt etmeye başlar. Ağlama patlamaları, giderek daha katlanılır ve genellikle daha az sıklıkla oluşmaya başlar. Bu dönemin sonundan itibaren, bebeklerin çoğu gığıldama sesleri çıkarmaya başlar. Bunlar anne-babalar tarafından sıklıkla keyif sesleri olarak yorumlanan, ünlü-benzeri (aaa, ooo) ifadelerdir. Bu aşamada birçok bebek kahkaha atmaya da başlar.
III. Dönem (16-30 Hafta)
Bu dönem sesli oyunlarla karakterize edilir ve ses mekanizması üzerinde sürekli kontrol bulunan bir dönemdir. Ünlü sesler bebeğin ses dağarcığına girmeye başlar. Bunlar daha önce gözlenen gığıldama seslerine eklenebilir. Bu dönemin sonundan itibaren, bebek babıldama olarak adlandırdığımız ünlü ve ünsüz seslerin birleşiminden oluşan heceleri çıkarmaya başlar.



IV. Dönem (25-50 Hafta)
Bu dönem, gerçek hece tekrarı aşamasıdır. Bebek ba ya da ma gibi ünlü ve ünsüz bileşimlerini çıkarır. Bu dönemin sonundan itibaren bu ünlü-ünsüz bileşimleri, perde ve tonlaması sık sık değişen uzun diziler (ba ba ba) halinde tekrarlanır.


V. Dönem (9-18 Ay)
Çocuğun hece tekrarı gittikçe karmaşık hale gelir. Ünsüz seslerin sınırları genişler. Birçok çocukta jargon ortaya çıkar. Bu, dile çok benzeyen bir ses çıkarma tipidir. Çünkü, buradaki ses ve tonlama, dile oldukça benzer. Başka bir odadan dinlenirken bebeğin gerçekten konuştuğu düşünülebilir. Çünkü, bu ses dizileri cümlenin ses özelliklerini taşır.
V. Dönem gerçek diş üretimine geçişi işaret eder. Bu yaş, anne-babaların, ilk sözcüklerin çıkarıldığını saptadıkları yaştır. Bunlar bazen jargon konuşması içerisinde duyulur. Sözcükler bazen net olarak çıkarılır; fakat daha sonra günlerce ya da haftalarca duyulmaz. Bazı çocuklar, tutarlı bir anlama gelen ve ünlü-ünsüz bileşimleri olan kalıp sözcükler kullanabilir. Örneğin, çocuklardan birisi, isteğini anlatmak için, sözcük yerine geçen na bileşimini kullanabilmektedir
Çocuğun Konuşmayı Öğrenmesine Yardımcı Olacak İpuçları
Çocukların konuşmayı öğrenmesi çok karmaşık bir süreçtir. Bu aşamada ailenin katkısı da çok önemlidir. Bu konuda bazı öneriler verilebilir:
• Çocuğunuza konuşmak için zaman ayırın. Onun yaptıkları ya da kendi yaptıklarınız hakkında sohbet edin.
• Onunla konuşurken sıranızı bekleyin; bir şey söyleyin ve size yanıt vermesine fırsat tanıyın.
• Günde en az bir saat, onunla yüz-yüze konuşmak için zaman ayırın.
• Odadaki TV, radyo, video, müzik ve bilgisayar oyunları gibi gereksiz seslerin olmadığı ortamda iletişimi deneyin.
• Az konuşmanın çocuğunuzun sizinle konuşmasını zorlaştıracağını unutmayın.
• Konuşurken çocuğunuza bakın ve size dikkat ettiğinden ve dinlediğinden emin olun.
• Çocuğun ifadesinde kullandığı yanlış sözcükleri, "yanlış kullandın" gibi uyarmalar yerine, doğru model olarak, kısa cümle içinde tekrar etmeniz uygun olacaktır.
• Dilin, iletişim için gerekli olduğunu ona hissettirin. İşaretle ya da nesnenin ismini söylemeye çalışarak, bir şey istediği zaman; örneğin "Süt mü istiyorsun?" gibi yönergelerle, ona hem uygun konuşma modeli olun hem de istediği nesneyi vererek kendisini ödüllendirin.
• Çocuğunuzun her sözcüğü söyleme çabasını övgü ile pekiştirin.

Dil ve Konuşma Problemleri Ne Tipte Olabilir?

Dil ve Konuşma Problemleri Ne Tipte Olabilir?

Dil gelişiminde neyin normal olabileceği konusunda, çocuktan çocuğa çok farklılıklar olabilir ve çok az çocuk şemamızdaki aşamaları gösterir.
Dil ve konuşma problemleri pek çok değişik biçimde ortaya çıkar ve çocuklar, bir ya da birkaç problemi eşzamanlı yaşayabilirler. Örneğin; hangi nedenle olursa olsun, gecikmiş problemi olan bir çocukta, aynı zamanda artikülasyon sorunu da kendini gösterecektir. Aşağıda çocuklarda en sık görülen dil ve konuşma problemleri belirtilmiştir:

• Dili anlamaya ilişkin problemler
• Dili ifade etmeye ilişkin problemler
• Uygun iletişim kurabilme yeteneğinde ilişkin problemler (edimbilim)
• Nörojenik kökenli problemler (yapısal)
• Artikülasyon / Fonolojik problem
• Akıcılık problemi
• Ses bozukluğu.

Aile Ne Zaman Yardım İstemelidir?

Aile Ne Zaman Yardım İstemelidir?

Ne zaman yardım isteyeceğiniz konusunda belirgin bir kural yoktur. Eğer endişeleniyorsanız doktorunuzla konuşmanız gerekecektir.

Endişe nedeni şunlar olabilir:

• Çocuğunuz seslere tepki vermiyorsa.
• Siz ve ailenin diğer üyeleri, çocuğunuzun ne söylediğini anlamıyorsanız.
• Ailenin öyküsünde, bir dil ve konuşma gecikmesi varsa.
• Çocuğunuzun dil gelişiminin ve konuşmasının, aynı yaştaki çocuklara göre belirgin olarak geride olduğunu düşünüyorsanız.

Gecikmiş Konuşmanın Nedenleri

Gecikmiş Konuşmanın Nedenleri

Gecikmiş konuşmaya; disartri, serebral palsy ve diğer nörojenik bozukluklar gibi nörolojik Down sendromu gibi genetik bir problem neden olabilir. Bilinen bir nedene bağlı olmayan gecikmiş konuşma, artikülasyon ya da akıcılık problemleri de olabilmektedir. Bunların yanında, işitme problemleri de gecikmiş konuşmaya neden olabilmektedir. Birçok çocuk, orta kulak iltihabına ilişkin sorunlar yaşayabilir. Ayrıca, çocuğunuz sürekli orta kulak enfeksiyonu çekiyorsa, duymasında ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Bu da, konuşma çabasını olumsuz yönde etkileyecektir.

Bu türden belirtilerin olması durumunda, öncelikle bir pediatristin çocuğunuzu görmesi ve gerekirse KBB ve odyoloji muayenesi yapılmalıdır. Doktorunuz, çocuğunuza yardım edilmesi gerektiğini düşünüyorsa, genel gelişimiyle spesifik dil ve konuşma özelliklerinin değerlendirilebileceği, varsa üniversitelerin dil ve konuşma bozuklukları birimlerine, yoksa çocuk gelişimi, çocuk ruh sağlığı ya da özel eğitim gibi birimlerine ve özel merkezlere ulaşabilirsiniz. Çok gereksinim duyulmasına karşın, ülkemizde konuşma tedavisiyle ilgilenen kişi sayısı sınırlıdır. Bu kişilere ulaştıktan sonraki aşama, çocuğunuz ve danışmanlık aldığınız kişi ya da birim arasında, düzenli bir terapi programı yapmak olacaktır. Terapinin süresi ve başarısı, problemin tipine ve yanında eşlik eden diğer gelişimsel-yapısal sorunlara göre değişiklik gösterecektir.

Çocuğun Konuşmaya Başlaması Nelere Bağlı?

Çocuğun Konuşmaya Başlaması Nelere Bağlı?

Bir çocuğun konuşmaya başlamasının pek çok etkene bağlı olduğunu söyleyen Klinik Psikolog Çiğdem Çalkılıç, sözlerine şöyle başlıyor: “Dil gelişimini hem alt yapıya ait faktörlerin (genetik belirleyiciler, her açıdan fiziksel sağlık, gelişim, vb.) hem de ailevi\çevresel şartların (annenin sağlığı, anne-çocuk ilişkisinin durumu, anne-baba ilişkisi ve çocuğa karşı tavır-tutumlar) birbirini tamamlayan ilişkisine bağlıdır. Bunlardan bazılarında meydana gelebilecek aksamalar dil gelişimini etkileyebilir. Bu etkenleri sağlıklı bir gidişat içerisinde olduğunu varsayarak 5-6 haftalıktan itibaren dikkati dış dünyaya dönen bebeğin, sosyal gülümseme dediğimiz gülümsemeye başladığını ve bunu yanında sesli ifadelerin geliştiğini görürüz.

Konuşmaya başlamadan önce bebek epeyce hazırlık yapar.bebeklerde cıvıldama, annenin sesine yanıt verir gibi yapma, ses taklitleri dil gelişiminin önemli bir parçasıdır. İlk bebeklikte annenin bu iletişime ve ilişki kurmaya açık olması faydalıdır. Bebeği benimsemek, hazırlıklı olmak, çevreden destek görmek de anne-bebek ilişkisini olumlu yönde etkileyecektir.(Bebeğimiz ve Biz Kasım 2001; syf 37)

Dil Gelişimini Etkileyen Faktörler

Dil Gelişimini Etkileyen Faktörler

Sağlık ; şiddetli ve uzun hastalıklar, çocuğun konuşmasını geciktirebilir. Hastalık nedeniyle başkalarıyla haberleşmesinin kısıtlanması da konuşmasını geciktirir.(Yavuzer,1993;S93)

Zeka ; 2 yaşına kadar çocuğun çıkardığı seslerle zekanın ilişkisinin olmamasına karşın, 2 yaşından sonra dil gelişimiyle IQ arasında sıkı bir ilişki olduğu görüşü ağır basmaktadır. (Yavuzer,1993;S93)

Sosyo-Ekonomik Koşullar ; dil gelişimindeki değişiklikler, sözcük dagarcığının sınırı, dilin doğru kullanılışı ve ifade etme becerisi çocuk büyüdükçe gelişir. Sosyo-ekonomik durumu iyi ailelerin çocukları ergen ve düzgün konuşur. (Yavuzer,1993;S93)

Cinsiyet ; konuşma konusunda erkek çocuklar kızların gerisinde kalırlar. Mc Carthy’e göre ilk yıllarda cinsiyet farkı yoktur ve çocuklar annelerini örnek alarak hecelerler. Ancak bir süre sonra kızlar anneyi, erkekler babayı örnek alır. (Yavuzer,1993;S93)

Aile İlişkileri ; bakımevlerinde büyüyen çocuklar aile içinde büyüyen çocuklara oranla daha çok ağlarlar ifakat daha az hecelerler. Aile bireyleri (özellikle anne) ile çocuk arasındaki sağlıklı ilişkiler dil gelişimini oldukça etkiler. Ailede tek olan çocuk daha çok ve düzgün konuşur. Çünkü tek çocuk annenin ilgi merkezidir. (Yavuzer,1993;S93)

Çocuğun Konuşma Gelişimini Hızlandırmak İçin...

Çocuğun Konuşma Gelişimini Hızlandırmak İçin...

1. Çocuğa sevgi ve huzur dolu bir aile ortamı hazırlayın.
2. Çocuk ile ilgilenin ve ona sevildiğini hissettirin.
3. Çocuğun bedensel ihtiyaçlarına (yemek, uyku, koruma vb.) cevap verin.
4. Çocuk ile yaşı ne olursa olsun sık sık konuşmaya çalışın.
5. Yaşına uygun şekilde onun ile oyun oynayın.
6. Çocuk ile vakit geçirin.
7. Dengeli ve çeşitli beslenmesini sağlayın.
8. Kendi haline kalmasına izin verin.
9. Mümkün olduğunca yaşıtlarıyla oyun oynamasını sağlayın.
10. Çocuğun başka insanlarla da iletişim kurmasını sağlayın.
11. Çocuğunuza hikaye, masal anlatın, ninni söyleyin.
12. Size gönderdiği konuşma ve ses mesajlarına cevap verin.
13. Bir nesneyi eline aldığında, onunla ilgili bir şeyler anlatın.
14. Televizyon karşısında çok uzun süre karmasını engelleyin (0-4 yaş)
15. Onunla konuşurken ses tonunu iyi ayarlayın.
16. İşaretle anlattığı isteklerini onunla konuşarak yönlendirin, isteklerini anlatmasını sağlayın
17. Fikirlerine değer verin, onunla sık sık dertleşin (yaşına uygun olarak)
18. Kendine güvenini artırın.
19. Sık sık sosyal ortamlarda bulunmasını sağlayın.
20. Kalabalık içinde onun konuşmasını teşvik edin.
21. Yaşına uygun bir eğitim almasını sağlayın.
22. Gün içinde belli bir zaman ayırarak onunla resimler üzerinde bol bol konuşun.
23. Yaşına uygun olarak hikaye, masal anlatmasını isteyin.
24. Konuşma zorlukları gördüğünüzde, onun dikkatini konuşmada zorlandığı noktalara
çekmeyin.
(Bebeğimiz ve Biz Kasım 2001; syf 38)

KAYNAKLAR
• Yavuzer, H. (2001). Çocuk Psikolojisi. İstanbul : Remzi Kitabevi
• Yavuzer, H. (1993). Çocuk Psikolojisi. İstanbul : Remzi Kitabevi
• Bacanlı, H. (1999). Eğitim Psikolojisi; Gelişim ve Öğrenme. Ankara : Nobel Yayın Dağıtım LTD. ŞT.
• Bebeğimiz Ve Biz dergisi; Kasım 2001, Sayı 68
• Yavuzer,Haluk. Çocuk Pisikolojisi,Remzi Kitapevi,1996,İstanbul.ss.68-69

İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE DİL GELİŞİMİ ( 2-6 YAŞ )

İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE DİL GELİŞİMİ ( 2-6 YAŞ )

Dil bir iletişim aracıdır. İletişim daha kapsamlı bir terimdir. Hayvanlarda dil yoktur ama işaret ve hareketlerle iletişim sağlanabilir.

Her toplum, iletişim sağlamak ve kolaylaştırmak için nesnel varlıkları isimlendirmiştir.kavram realizmi temsilcileri tümel kavramları kabul ettikleri halde nominalistler bunları bir isim sayarlar. Örneğin kavram realistleri “masa” kavramını kabul ettikleri halde nominalistler, her masa diğerinden farklı olduğu için ayrı ayrı isimlendirilmesi gereğine işaret eder. Başka bir değişle tümel kavramlar yoktur; tekil kavramlar vardır. Nominalistlere göre varlıkları sınıflandırmak az çok keyife bağlıdır. Örneğin insanlarla kuşları aynı grupta (iki ayaklı) yada ayrı grupta sınıflandırabiliriz (uçma özelliği).

Her dilin bir gramer yapısı vardır. Çocuklar ana dillerini gramer yapısını bilmedikleri halde, ortalama üç yaşına doğru öğrenirler çünkü cümleleri parça parça değil bütün olarak algılarlar.
Beynin sol yarım küresinde konuşma alanı vardır.bu alanda herhangi bir örselenme olursa konuşma eylemi gerçekleşmez. Çocuklarda dil gelişimi ile birlikte bilinçsel ve hareki gelişim arasında bir ilişki vardır. Konuşma ve yürüme birbirine eş yada yakın zamanda olur (12-15 ay arası ) çocuklar öncelikle sesli harfleri kullanırlar. Temel gereksinimlerini ifade edebilmek için konuşmak zorundadırlar. Kelimeleri öğrenirken bir takım koşullanmalar olur. Böylece çocuk ayırt etmeyi öğrenir. Bazı kelimeleri duygusal yükler yüklenir.

Çocuklar ilk kelimeleri 12-15 ay arasında kullanırlar ve devamlı olarak tekrarlarlar. İlk kelimeler genellikle isimlerdir. Zamirler en sonra ortaya çıkar başlangıçta cümleleri kelimelerle ifade ederler; örneğin çocuk “su” dediği zaman, “bana su ver” demektedir. Çocuklar “ben” zamirini daha önce ve daha çok kullanmaktadır. “sen ve o” zamirlerinin kullanılışı toplumsallaşma belirtisidir. Dilin doğru bir aksamla konuşulması ergenlik çağına kadar alınan eğitime bağlıdır. Sonradan değişme olanağı güçtür.

Dil gelişiminin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel koşullarla, cinsiyetle, zeka ile ve anne-çocuk etkileşimi ile büyük ilişkisi vardır. Üstün sosyo-ekonomik ve kültürel ortamlardaki çocuklarda dil gelişimi daha fazladır. Cinsiyet farkları bakımından dil gelişimi kızlarda, erkeklerden daha fazla, matematik yeteneği bakımdan ise daha geridir. Eşit yumurta ikizlerinde eş duyum nedeni ile, dil gelişimi diğerlerine göre daha geridir.

Çocuklarda bazı duygusal çatışmalar, korkular ve beyindeki örselenmeler nedeni ile konuşma bozuklukları meydana gelmektedir. Histerilerde psikolojik nedenlere bağlı olarak ses kısıklığı şizofrenide ise konuşma hali karakteristiktir.

Kekemelik ise daha çok psikolojik nedenlere bağlı (çocuklardaki ani ve şiddetli korkular ) olarak oluşmaktadır. Bazen çocuğun gördüğü kötü bir rüyadan sonra kekemelik meydana gelmektedir. Çoğunluğu bir süre sonra geçer. Kalıcı olanlarda ise eğer çocuk kekeme olduktan sonra ailesi üzerine fazlaca düşmüşse, çocuk bunu bilinç altı bir savunma mekanizmasıyla ailesine karşı kullanarak iyileşmeye karşı direnebilir. Bazen hafif bir elektrik şokuyla iyileşme görülebilir.
( Ankay,1992 ; ss 60.61 )

Aynı zamanda dil gelişimi öğretmenler açısından oldukça önemlidir. Çünkü, sınıflarda cereyan eden iletişimin önemli bir kısmı sözel iletişimle yani dille ilgilidir. Öğretmen ve öğrencilerin konuşması kitap okuma, tahtaya yazı yazma vs. hep dile bağlı olan şeylerdir. Diğer kısmı ise sözel olmayan iletişimdir. Jestler ve beden hareketleri, göz teması, mekanın kullanımı, yüz ifadeleri ses değişimi sözel olmayan iletişim yollarıdır. Öğretmenlerin çocuklarla sağlıklı iletişim kurabilmeleri için sınıf içerisinde olup biten sözel iletişim hakkında bilgi sahibi olmaları gerekir.
( Selçuk, 1996 ; s 78 )

Eğitim Bilimlerinde İletişim

Eğitim Bilimlerinde İletişim

İletişimin en önemli aracı konuşmaktır. Konuşma, bebeğin bilinçsel ve dil gelişimine dayanır. Bebeğin iletişimi ilkin konuşmaya hazırlıkla başlar sonra konuşulanı anlama gelir. Bebek dil olgunluğuna ulaşmadan konuşamaz.

Konuşma olgunluğuna ulaşma yaşında bireysel farklılıklar vardır. Bebek, 12.-18. aylar arasında konuşma olgunluğuna ulaşabilir. Ama bir bebeğin, doğal olarak en geç ikinci yaşının sonuna dek konuşma olgunluğuna ulaşması beklenir. Erkek bebek, kıza bakarak biraz geç konuşabilir.
Bebeğin anlamını bilerek kullandığı ilk söz 11. ay dolayında görülür. Bebeğin 1. yaştan önce çıkardığı ba-ba, da-da, de-de, ma-ma gibi ses yinemelerini çevresindekiler anlamlı sanırlar. Bebek, 9. ay dolayında, sıksık duydugu bir yada iki heceli sesleri öykünerek yineleyebilir. Ancak bu yineleme bebeğin bu sözleri anlamlı olarak kullandığını göstermez.

Bir yaşından sonra bebeklerin, yürümek için çaba göstermesi yüzünden konuşmalarında duraklama görülür. Bu duraklama geçicidir. 18-20 aylık bebekler, kullandıkları sözcük sayısını giderek arttırırlar. Bir araştırmaya göre ortalama olarak 12 aylık bebeklerin 3; 15 aylık bebeklerin 19; 18 aylık bebeklerin 22; 21 aylık bebeklerin 118; 2 yaşına varmış bebeklerinde 272 sözcüğü anlamlı olarak kullanabildikleri görülmüştür.

Çocukların konuşulanları anlamaları ve sözcükleri kullanmaları yetiştikleri ortama göre azalır çoğalır. Ayrıca birinci yaşın sonuna doğru bebeklerin ön süt dişlerinin çıkması ve katı yiyecekleri yemeye başlamaları konuşmalarına yardımcı olur.

İki yaşından önce bebeğin kullandığı tümceler tek sözcüklüdür. Bir adı yada fiilin söylenmesi onun isteğini belirtir. İki yaşına doğru tümcelerdeki sözcük sayısı 3-4 olur. Başlangıçta bazı sözcüklerin takıları ya bozuktur yada zaman takıları yoktur. Bebek, “gel” der ama “geldim”, “geleceğim” demekte zorlanır.

İki yaşından sonra çocuğun sözel etkinlikleri artmaya başlar. Çocuk, çevresinde bulunan varlıkların yalnız fiziksel durumunu değil anlamlarını anlamaya başlar. 2-4 yaş arasındaki çocuk kimi kez bir varlığa değişik anlamlar verir. Bir erkek çocuğunun, bir tahta parçasını tabanca gibi bir sopayı at gibi kullandığı; bir kız çocuğunun bebeğine canlı imiş gibi davrandığını onunla konuştuğu görülebilir. Dört yaşına doğru, çocuğun tümcelerindeki sözcük sayısı altı sekize kadar yükselir. Çocuk, sözcüklerin takılarını doğru olarak koymaya başlar. Çocuğun, giderek tümceleri söz dizimine uyar; konuşkanlığı artar; soruları daha anlamlı olur.

Üçüncü yaştan sonra çocuk, bir olayı anlatırken, imgelem gücüne dayanarak olaya eklemeler yapar. Üç altı yaş arasındaki çocuk ,görmediği bir olayı ve varlığı görmüş gibi, imgelediği ile gerçeği birbirine karıştırarak anlatılır. İmgelem gücüne dayanan öyküler yaratmak, okul öncesi çocuğunun doğal davranışıdır. Çocuk sürekli soru sorar, başlangıçta sorduğu sorunun yanıtı ile ilgilenmez; sorularının yanıtı ile ilgilenme 5-6 yaşına doğru başlar. 4 yaşına doğru çocuk bir iki üç ile az ve çok sözlerini anlamlarını bilebilir. Ezberletildiğinde de dörtten yukarı sayıları doğru olarak birer birer sayabilir.

İlk çocukluk evresinin ilk yaşlarında, çocuğun konuşmasının yönü, kendisinedir. Günlük gereksinimlerini sağlamak için başkasına yönelttiği konuşmasının dışında karşıdakinin dinleyip dinlemediği çocuğu pek ilgilendirmez. Çocuğun bu durumu, yavaş yavaş azalarak, 5-6 yaşına kadar sürer bu yaşlardan sonra, çocuğun konuşması ile başkasını etkilemeye; onun kendisini dinlemesi ile ilgilenmeye başladığı görülür. Çocuğun konuşmasının yönü kendisinden başkasına kaymaya başlar.

Kimi çocuk, dördüncü yaşı dolayında konuşma bozukluğu bozukluğu geçirir. Çocuk, konuşmak ister ama sözcüklerini bulamaz;kekelemeye benzer sesler,heceler çıkarır; dil sürçmesi,duraklama, tıkanma,takılma gibi durumlar gösterir; düşünmesi ile konuşması arasındaki eş düğümün bozuk olduğu kanısını verir. Bu durum doğaldır.bir süre sonra çocuk, bu engelini kendiliğinden aşar.

Okul öncesi basamağının sonuna gelindiğinde çevresel engeller ve sağlık sorunları olmadığında çocuklar temel eğitim programının gerektirdiği düzeyde dil gelişimlerini gerçekleştirirler. Çocuklar, temel eğitim programına gerekli olan sözcük dağarcıklarını da tamamlarlar.
( Basaran ,1998 ; ss 81.82 )

KAYNAKLAR
(BASARAN,İBRAHİM ETHEM,1998,ANKARA,GÜL YAYIN EVİ)
(ANKAY, AYDIN, 1992, ANKARA, TURHAN KİTABEVİ)
(SELÇUK, ZİYA, 1996, ANKARA, ŞAFAK MATBAACILIK)

İLK ÇOCUKLUKTA DUYGUSAL GELİŞİM

İLK ÇOCUKLUKTA DUYGUSAL GELİŞİM

Dışarıdan, iç dünyamıza etki eden veya içimizden gelen duyguların bize hoş gelip gelmemesi halidir. İnsan çevresiyle etkileşim halinde iken az ya da çok elem veya haz içindedir.

Çocukların temel gereksinimlerinin karşılanmaması onlarda çeşitli duyguların doğmasına neden olur. Gereksinimleri karşılanmış çocuk mutludur.

Duygusal tepkiler öğrenme ve olgunlaşmayla birlikte farklılaşır. Saldırıya yönelten duyguların gelişimi, bebeğin doğumuyla ile başlar.

4 Nisan 2008 Cuma

DUYGUSAL GELİŞİMLE İLGİLİ KAVRAMLAR

DUYGUSAL GELİŞİMLE İLGİLİ KAVRAMLAR

Duygu: Bir şeyin iç dünyamızda uyandırdığı izlenimdir.

Heyecan: Olumlu yada olumsuz çoğunlukla yoğun duyulan ve organizmada gerginlik yaratan duygulardır.

Refleks: Çocuğun dünya ile tanıştığından itibaren kendisine yardımcı olan etmenlerden biridir.

Haz ve Elem: Karşılaşılan durumlar ne derece ihtiyaçları karşılarsa o ölçüde mutluluk ve rahatlık verir. Buna haz denir. İnsanlar, duyguları tatmin edilmediği zaman gerginlik ve mutsuzluk duyarlar. Buna da elem denir.

Anksiyete (Anxiety:Endişe)

Anksiyete (Anxiety:Endişe)

Sorunun ne olduğunu bilmeksizin duyulan belirsiz bir korku olarak tanımlanabilen anksiyete, erişkin ve çocuklarda çeşitli biçimlerde görülen gerginlik, sinirlilik, kısaca hoş olmayan bir duygusal durumdur. Çocukta saldırganlık, cinsel yada bağımsızlık dürtülerini yeterince ifade edememenin sıkıntısıyla anksiyete görülebilir. Yeni doğan bir kardeş de bu endişe haline neden olabilir.

Çok sıkılıkla anksiyete bazı olumsuz ortamlar ve beklentiler sonucu oluşur. Örneğin, yeterince anne baba sevgisi olmadığını ya da kötü bir hareketin cezalandırılacağını düşünmek veya terk edilerek yalnız bırakılmak gibi.

Annesinin kendisini unutacağı düşüncesiyle yuvada uyumak istemeyen çocukla , istemediği sınıf içi faaliyetlerinde mide bulantısı gibi psiko-somatik belirtiler gösteren çocuğun sorunu birer endişe ürünüdür.

Öfke - Heyecan Çeşitleri

Öfke

Engelleyici nesne ve durumlar, bireyde öfke yaratır. Öfke faal bir üzüntü halidir. Daha çok çocukların istekleri ve ihtiyaçlarının karşılanmaması durumunda beliren duygusal bir ifadedir.

Öfke tepkileri ilk çocukluk döneminde kısa sürer. Yapılan incelemelere göre ilk sekiz yıl içinde bu tepkilerin süresi beş dakikayı geçmez.

Öfkeden hemen sonra çocuğun neşeli bir havaya girdiği görülür.


Kıskançlık - Heyecan Çeşitleri

Kıskançlık

Kızgınlık sonucu oluşan, insanlara yönelik bir içerleme tutumu olarak tanımlanabilir. Kıskançlığın nedeni ve ifade biçimi büyük ölçüde psiko-sosyal etkileşim ortamıyla çocuğa yöneltilen uyarımlara bağlıdır.

Kıskançlığı oluşturan ortam çoğu kez toplumsal kaynaklı olup özellikle çözüm sevdiği kişileri içerir. Kıskançlık, beklenen ilgi, sevgi ve şefkat eksikliğine karşı verilen doğal bir yanıttır. Bireyin sakladığı kızma duygusu, gücenme olarak da tanımlanabilir.
İlk çocuklukta kıskançlık, ana babayı yada ona bakan bireyleri içerir, çünkü çocuk, ilgi ve şefkate şiddetle arzular, sık sık kendini diğer bir çocukla kıyaslanma içinde bulur. Küçük çocuklarda kıskançlık ise, genellikle 2-5 yaşları arasında eve yani gelen bir kardeşin gelmesinden kaynaklanan çok genel bir duygusal bir deneyimdir. Küçük kardeşe duyulan kıskançlık, çocukların yaşamında en yaygın kıskançlık örneğidir. Kardeşine vurma, ısırma, sık rastlanan davranışlar arasındadır.

Kıskançlık nedeniyle, çocukta görülebilecek alt ıslatma, tırnak yeme, parmak emme gibi gerileme belirtileri, onun ruh sağlığını büyük ölçüde etkiler. Bu nedenle anne ve babanın daha kardeş dünyaya gelmeden çocuklarını bu konuda hazırlamaları, doğum sonrası bebeğin bazı işlerini (beslenme, temizlik, giyim gibi) , kontrollü bir şekilde çocuğa yaptırmaları en uygun çözümdür.


Korku - Heyecan Çeşitleri

Korku

Bir tehlike karşısında ya da bir tehlikeyi düşünürken duyulan kaygı. Korkular, yaşla paralel olarak artmaktadır. Korkuyu oluşturan bütün uyarımlardaki ortak özellik, ani ve birdenbire oluş, bunun sonunda da çocuğun yeni duruma uyum göstermemesidir.
Bir çocuğun ne zaman ve neden korkacağını saptamak oldukça zordur. Korkunun
oluşumu, çevredeki koşullara, uyarının veriliş biçimine, geçmiş yaşantılarla, o andaki fizyolojik ve psikolojik duruma bağlıdır.

Korku durumundaki tepkiler, o objeden uzaklaşma isteği, ağlama, nefes tutma gibi farklı davranış biçimleri şeklinde görülür. Üç yaşından sonra heyecanların giderek kontrol altına alındığı dikkati çeker.

Çocuğun Korkularını Etkileyen Başlıca Faktörler:
1) Zeka
2) Cinsiyet
3) Sosyo-ekonomik Statü
4) Sosyal İlişkiler
5) Fizyolojik Koşullar
6) Kişilik Yapısı

Bu dönemde en sık rastlanan korkular arasında, hırsız, hayali yaratıklar, köpek, karanlık, motor gürültüsü, şimşek, ani ses ve yalnız kalma sayılabilir. 6-12 yaşlarından itibaren bu karakteristik korkuların giderek azaldığı, bunların yerlerini bedensel yaralanma, okulla ilişkili olaylar ve sosyal ilişkileri içeren korku türlerinin aldığı görülür.

Çeşitli araştırmalar, genellikle korkuların 6 yaşından 12 yaşına kadar giderek azaldığını göstermektedir.

Çocuğun başından geçen olumsuz bir olay ya da deneyim, onda bazı korkuların oluşmasına yol açabilir. Örneğin, hastaneye ilişkin hoş olmayan bir deneyim geçiren çocuk, hemşire ve doktordan korkabilir. 2-3 yaşlarında çoğunlukla çocukların korkulu rüya görerek uyandıkları görülür.

Tehdit ederek çocuğu yönlendirmeye çalışmak korkuya neden olan bir başka etkendir. “Baban geldiği zaman yaptıklarını anlatacağım!” ya da “Bir daha aynı şeyi yaparsan seni doktora götürüp iğne yaptıracağım!” şeklindeki ilkel tehditler yıllar boyu sürebilecek birtakım korkuların yerleşmesine neden olabilir. Hayal gücü geniş olan çocuklarda bazı masallara bağlı olarak birtakım korkular yer edebilir.

İleri düzeyde yerleşmiş korkular, başarılı bir eğitim yöntemi, çocuğa verilecek sevgi, güven ve kendine güvenme duygusuyla giderilebilir. Korkan çocuk, korkuları nedeniyle eleştirilmemeli, alay konusu yapılmamalıdır. Korkular gerçekçi bir yaklaşımla olduğu gibi kabul edilmelidir. Çocuğu korku duyduğu obje ile karşı karşıya getirmeye çalışmak da hatalı bir yöntemdir. Onun korktuğu objeden uzaklaşmasına izin verilmeli ve ona güven duygusu aşılanmalıdır.


ANKSİYETE (ENDİŞE)

ANKSİYETE(ENDİŞE)

Anksiyete,bilinçli olarak kavranılan,sinirlilik,gerginlik ve korku duyguları şeklinde hoş olmayan bir emasyonel durum olarak tanımlanabilir.

Sorunun ne olduğunu bilmeksizin duyulan belirsiz bir korku olarak tanımlanabilen anksiyete,erişkin ve çocuklarda çeşitli şekillerde görülen bir ergenlik durumudur.Özellikle okul öncesi döneminde anksiyete ye neden olan etkenlere sık rastlanır.

Çocuklukta saldırgan,cinsel veya bağımsız dürtüleri yeterince ifade edememenin sıkıntısıyla anksiyete görülebilir ya da yeni doğan bir kardeş bu endişe haline neden olabilir.

Annesinin kendisini unutacağı düşüncesiyle yuvada uyumak istemeyen çocukla,istemediği sınıf içi faaliyetlerinde mide bulantısı gibi psiko-somatik belirtiler gösteren çocuğun sorunu birer anksiyete örneğidir.

Çok sıklıkla anksiyete bazı beklenen ortamlarda oluşur. Örneğin;yeterince anne-baba sevgisi olmadığını ya da kötü bir hareketinin cezalandırılacağını düşünmek veya terk edilerek yalnız bırakılmak gibi...

Her birey kendini rahatsız eden bu marazi duygudan kurtulmak üzere birtakım girişimlerde bulunur. Buna genel olarak SAVUNMA adı verilir. Savunma, basitten karmaşığa kadar farklı davranışlar içerir. Bu savunma şekilleri kaçmak, gözden kaybolmak,uyumak şeklinde olduğu gibi başka birinin hareketini inkara kalkmak ya da psikolojik bastırmaya(repression)başvurmak biçiminde de olabilir.

Savunma genellikle anksiyetenin etkinliğini azaltmak üzere öğrenilmiş tepki biçimi olarak tanımlanabilir. Ego ise tıpkı beden gibi bir korunma iç güdüsü ile kendisini çeşitli sıkıntı verici durumlardan, zararlı dış etkilerden koruma çabası içindedir.

(Prof.Dr. Haluk Yavuzer,Çocuk ve Suç, Altın Kitap Yayınevi, Bilimsel Sorunlar Dizisi:6 , 1.baskı :Mayıs-1982)

Yansıtma (Projection)

Yansıtma (Projection)

Bir bireyin istenmeyen herhangi bir düşünce ya da eylemi, saldırgan arzu, nefret veya suçluluk gibi bilinçaltı duygularını, bir başkasına yansıtması durumudur.

Hırsızlık yapan bir çocuk, diğer bir çocuğu suçlarken, sadece eleştiriden kurtulmakla kalmaz, böylelikle suçunu da inkar etmiş olur.

Yansıtma (Projection) mekanizması kişiyi anksiyeteden iki biçimde koruyabilir.
1) Kişi, kendi eksikliklerini, yanlışlıklarının sorumluluğunu ya da suçunu başkalarına yükler;
2) Suçluluk duygularını uyandıracak nitelikte içsel tepkilerini, düşüncelerini ve isteklerini diğer insanlara mal eder.

Bastırma (Repression)

Bastırma (Repression)

Bilincin kabul edemeyeceği birtakım arzuların bilinçaltına itilmesi olayı, bastırma biçiminde bir savunma mekanizmasıdır. İtilen bu arzular orada bir kompleks (karmaşa) halinde saklanacak ve her fırsatta çeşitli şekillerle bilince çıkmaya çalışacaktır.

Başka bir deyişle bastırma, herhangi bir şey hakkında düşünmeyi reddetmektir.

İnkar (Denial)

İnkar (Denial)

Duygusal çatışmalar ve buna bağlı sıkıntı halini hafifletmek için bu çatışmanın temel öğesini unutma, yok sayma durumuna, yani inkar etmeye baş vurulur.

İnkar, anksiyetenin çoğaldığı durumlarda görülür. Örneğin, kendisini açık bir şekilde ihmal eden annesinin düşmanca tavrını, çocuk inkar edebilir ve onun çok nazik ve kendisini seven bir kişi olduğunu savunabilir.

Aileleri tarafından ihmal edilen bazı çocuklar da bu kimselerin anne ve babaları olduklarını inkar edebilirler; kendilerinin evlatlık olduğunu, gerçek anne babalarının ise kendilerini çok sevdiklerini öne sürebilirler.

Gerileme (Regression)

Gerileme (Regression)

Bir ruhsal çatışma, önüne geçilemeyecek ve bireyin uyumunu tümüyle bozacak bir düzeye ulaşırsa, birey kolaylıkla uyum gösterebileceği ilkel davranış örneklerine dönebilir.

Gerileme (regression) daha önceki gelişim yüzünü karakteristik bir tepkisidir. Parmak emme ya da alt ıslatma örnekleri, bir süre önce bu tür davranışları sona eren çocuklar için birer regressive davranış belirtileridir.

Yeni bir kardeşin doğumu ile cıvıldayan, emekleyen, parmak emip, tırnak yemeye başlayan çocuk, bu tür bebekleşme hareketleriyle kaybettiği ilgiyi kazanma savaşımına girer.

İçe Çekilme (Withdrawal) Davranışı

İçe Çekilme (Withdrawal) Davranışı

Okul öncesi dönemindeki çocuk genellikle korkutulduğu ortamlarda sık sık bu savunma yolunu seçer. Yabancı biri odaya girdiğinde çocuk ondan gözlerini kaçırır, odadan kaçar, yabancı bir grup çocuk kendisiyle oynamak istediğinde onları reddeder.

Bunun sonucu olarak da bu tür sorunlar, bireyi uyumsuzluğa götürebilir.

SAVUNMA MEKANİZMALARI

Her birey kendisini rahatsız eden kaygı durumundan kurtulmak üzere birtakım girişimlerde bulunur. Buna genel olarak, “savunma” adı verilir.

Bu savunma şekilleri, kaçmak, gözden kaybolmak, uyumak şeklinde olduğu gibi, başka birinin hareketlerini inkara kalkmak ya da psikolojik bastırmaya (repression) baş vurmak biçiminde de olabilir.

Savunma, genellikle anksiyetenin etkisini azaltmak üzere öğrenilmiş tepki biçimi olarak tanımlanabilir.

Okul öncesi çocuğun anksiyeteye karşı geliştirdiği başlıca savunma mekanizmaları “içe çekilme, bastırma, inkar, gerileme ve yansıtmadır.”

İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE GÖRÜLEN BAŞLICA SAVUNMA MEKANİZMALARI

İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE GÖRÜLEN BAŞLICA SAVUNMA MEKANİZMALARI

• KAPANMA (İÇE ÇEKİLME)

Okul öncesi dönemde çocuk ,genellikle korkutulduğu ortamlarda sık sık bu savunma yolunu seçer. Yabancı biri odaya girdiğinde,çocuk ondan gözlerini kaçırır,odadan kaçar,yabancı bir grup çocuk kendisiyle oynamak istediğine onları reddeder. Bunun sonucunu olarakta bu tür savunma bireyi uyumsuzluğa götürebilir.
• GERİLEME (REGRESSİON)

Bir ruhsal çatışma,önüne geçilmeyecek ve bireyin uyumunu tümüyle bozacak bir düzeye ulaşırsa birey kolaylıkla uyum göstererek ilkel davranış örneklerine dönebilir. Gerileme daha önceki gelişim yüzünün karakteristik bir tepkisidir. Parmak emme, alt ıslatma örnekleri bir süre önce bu davranışları sona eren çocuklar için birer regresive davranış belirtileridir. Regressionda çocuk,o andaki artmakta olan endişe hali nedeniyle kendi içine çekilme girişiminde bulunmaktadır. Yeni bir kardeşin doğumu çocukta bu tür regresive bir davranışın başlamasına neden olabilir. Cıvıldayarak bu tür bebekleşme hareketleriyle kaybettiği ilgiyi kazanma savaşımına girer.

• YADSIMA(DENİAL)

Duygusal çatışmalar ve buna bağlı sıkıntı halini hafifletmek için bu çatışmanın temel öğesini unutma halidir. Eğer bir kişi tehlike ile baş edemez ya da ondan kaçınamazsa kullanılabilecek tek yol bu tehlikeyi yok saymaktır. ÖRNEK:Küçük bebek birden yabancı insanlarla dolu bir odaya girdiğinde onların yüzüne bakacak yürekliliği buluncaya dek bir süre kapıya doğru bakar.


• İNKAR

Anksiyetenin çoğaldığı durumlarda görülür. Örneğin kendisini açık bir şekilde ihmal eden annesinin düşmanca tavrını çocuk inkar edebilir ve onun çok nazik, kendisini seven bir kişi olduğunu savunabilir. Aileleri tarafından ihmal edilen bazı çocuklar bu kimselerin anne babaları olduklarını inkar edebilirler;kendilerinin evlâtlık olduğunu gerçek anne ve babalarınınsa kendilerini çok sevdiklerini savunabilir.

• BASTIRMA

Bilincin kabul edemeyeceği birtakım arzuların,bilinçaltına itilmesi olayına BASTIRMA denir. İtilen bu arzular orada birer kompleks olarak saklanacak ve her fırsatta çeşitli şekillerde bilince çıkmaya çalışacaklardır. Başka bir deyişle bastırma,herhangi bir şey hakkında düşünmeyi reddetmektir.

Aşağıdaki örnek bastırmayı dile getirmektedir;
(U.) 14 yaşında orta okul 1. Sınıfa giden bir erkek çocuktur. Sık sık ders çalışmaktan yakındığını ve annesini çok özlediğini çevresindekilere söyler.(U)‘ya annesini görmesi gerektiği hatırlatıldığında bunun olanaksız olduğunu çünkü annesinin başka bir kentte yatalak olan anneannesine bakmak zorunda olduğu şeklinde bir yanıt alınır. Gerçek araştırıldığında (U.)’nun 1 yıldan beri annesi tarafından terk edildiği kendisine teyzesinin baktığı belirlenir. Burada verdiği yanıtlarla bir bastırma yapmakta;olayı psikolojik olarak bastırmaktadır.
• YANSITMA(PROJECTİON)

Bir bireyin istenmeyen herhangi bir düşünce veya aksiyonu saldırgan arzu,nefret veya suçluluk gibi bilinçaltı duygularını bir başkasına yansıtma durumudur. Hırsızlık yapan bir çocuk bir diğer çocuğu suçlarken sadece eleştiriden kurtulmakla kalmaz böylelikle suçunu da inkar etmiş olur.

Bu mekanizma kişiyi anksiyeteden 2 şekilde koruyabilir.

BUNLAR


1. Kişi kendi eksikliklerini,yanlışlarının sorumluluğunu ya da suçunu başkalarına yükler.
2. Suçluluk duyguları uyandıracak nitelikte içsel tepkilerini, düşüncelerini ve isteklerini diğer insanlara mal eder.

ÇOCUĞUN DUYGUSAL GELİŞİMİNDE ANNE BABANIN ROLÜ

ÇOCUĞUN DUYGUSAL GELİŞİMİNDE ANNE VE BABANIN ROLÜ

Aile içindeki duygusal etkileşim, çocuğun heyecan dünyasını doğrudan etkiler. Anne ve babalar, küçük yaştan itibaren çocuklarının tuvalet gereksinimlerini kendi başlarına gidermelerini beklerler. Oysa bu faaliyet yeterli düzeyde kas kontrolü içerdiğinden, 2-3 yaşından önce gerçekleşemez.

Anne ve babanın bu işlemi, çocuktan çok sert bir biçimde istemesi, çocukta korku, öfke ve endişe gibi heyecanların görülmesine neden olabilir.
Kendisine daima yalancı olduğu söylenen, anne ve babası tarafından sevilmeyen, diğer çocuklarla sık sık kıyaslanarak alay edilen ve dayakla cezalandırılan bir çocukta, kısa ya da uzun süreli gerginlik halleri görülebilir.

Bu tür kütü uyarımların devamı ise, bazı davranış ve uyum bozukluklarına neden olabilir.
Aynı şekilde, aşırı düşkünlük ve taşkın sevgi gösterileri de zararlıdır. Çocuğun sağlıklı bir duygusal gelişime sahip olabilmesi için, dengeli bir duygusal etkileşim ortamına gereksinmesi vardır. Bu ortamda çocuk, kendisi için gerekli olan sevgi, sevecenlik ve güveni bulabilmektedir.

KAYNAKÇA
1)Yavuzer,Prof. Dr.H.,Çocuk Psikolojisi,Remzi Kitabevi,(5.Basım) s.97,99,101,104,105.
2)Başaran,Prof. Dr. İbrahim Ethem,Eğitim Psikolojisi,Ankara.1998,s.98,99.
3)İnternet(www.google.com)

Edimsel Davranışın Sonuçlarının İki İşlevi

Edimsel Davranışın Sonuçlarının İki İşlevi:

Çocuğun davranışının sonuçlar,gösterdiği davranışı doğrudan etkilemektedir. Sonuçların sistematik uyarlamasıyla, davranış değiştirilir. Yani artırılır, azaltılı,başlatılır ya da söndürülür.
Davranışın ilerde olma olasılığını, göreceli olarak davranışı anında izleyen çevresel değişkenler (uyaranlar) etkilemektedir.

Davranışın sonuçları (izleyen olaylar) iki biçimden birine göre gerçekleşir:

1.Çevreyi yeni uyaran sunma yada ekleme:yada
2.Çevrede var olan uyarana son verme ya da ortamdan geri çekme . Davranışın sonuçları edimsel davranış üzerinde etkili ise, davranışın ileride oluşum sıklığını artırabilir ya da davranışın oluşum sıklığını azaltabilir.

1.Çevreye yeni uyaran ekleme

Bebeğin el ve kollarını hareket ettirmesiyle, beşikte asılı nesnelere dokunması, asılı nesnelerin sallanma ve ses çıkarmasına neden olur. Çevreye nesnelerin sallanması ve ses çıkması şeklinde yeni uyaranlar eklenmiştir.

Nesnelerin sallanması ve çıkan sesler, bebeğin beşikte asılı nesneye yönelik dokunma eylemlerinin ileride olma olasılığlını artırmaya hizmet ederse, nesnelerin sallanma ve ses çıkartmaları pekiştireç ve bu sürece edimsel pekiştirme denilmektedir.

Nesnelerin sallanması ve çıkan sesler, bebeğin beşikte asılı nesneye yönelik dokunma eylemlerinin ileride olma olasılığını azaltmaya hizmet ederse, nesnelerin sallanması ve çıkan seslere cezalandırıcı uyaran bu sürece de birinci tür ceza denilmektedir.

Davranışın oluşumundan sonra, çevreye yeni uyaranın eklenmesinin davranış uzerindeki etkisi, davranışın ileride oluşumunu arttırıcı ya da azaltıcı şekilde olmaktadır.

2.Çevredeki uyaranların oluşumlarını engelleme

Davranışla ilgili sonuçlar, çevrede bulunan uyaran olaylarının oluşumuna son verme ya da uyaranları geri çekme şeklinde olabilir. Beşikte asılı nesnelerin sallanması ve çıkan sesin pekiştireç olduğunu varsayalım.Yani,çıkan ses ve hareketlerin bebeğin nesnelere dokunmaya yönelik el kol hareketlerini artırdığını varsayalım.Nesnelerin sallanması ve çıkan sesin dokunmaya yönelik el hareketlerinin sonucunda değilde , otomatik olarak oluşturulduğunu farz edelim. Bebeğin el kol hareketleri sırasında,elin asılı nesnelere dokunmasıyla , nesneler sallanmasın ve ses kesilsin. Yani ,davranışın önceden olmuş olan sonucunu oluşumu engellensin.Bu durumda, nesnelerin sallanma ve ses çıkarmasına bebeğin dokunmaya yönelik el kol hareketlerine son verdiğinde, sallantılara yönelen el hareketleri azalırsa bu sürece ceza denilmektedir.Davranışın sonuçları olan çevredeki pekiştirici uyaran olaylarının oluşumlarının engellenmesi,davranışın oluşum sıklığını azaltır. Bu sürece ikinci tür ceza denilmektedir. Davranışı sürdüren pekiştireçlere son verme sonucunda, davranışın sıklığında azalama olaması sürecine ikinci tür ceza denimektedir.

Şimdide el hareketlerinin sonucunda ortaya çıkan nesnelere dokunma acı versin ve çıkan sesde rahatsız edici olsun, yani itici ya da cezalandırıcı olsun.Asılı nesnelerin sallanması ve ses çıkarmasını engelleyecek şekilde el hareketleri olur.Dokunma ve rahatsız edici sesin ortaya çıkmasını engelleyen el hareketlerinde artış olur.Buna göre,acı veren ya da hoş olamayan durumların ortaya çıkmasını engelleyen davranışların sıklığında artış olamasına olumsuz pekiştirme denilmektedir.

Bu durumda ,dokunma ve ses üretmeye son veren el hareketleri itici uyaran olduğunda, bir şeye doknmadan uzak durma pekştireçtir. Çünkü bu tür davranışların sıklığında artış vardı.

Davranışla ilgili sonuçların iki işlevi vardır:
1.İşlem olarak, davranışa uyaran eklenir ya da çekilir.
2.Etki olarak ,davranışın ileride oluşum sıklığı artar ya da azalır.

Kaynak:Sınıfta Davranış Yönetimi Prof. Dr.Mehmet ÖZYÜREK Sayfa:41,42,43.

Tepkisel ve Edimsel Davranışların Davranış Öncesi Uyaranları

Tepkisel ve Edimsel Davranışların Davranış Öncesi Uyaranları

Tepkiler ve edimler ,davranış öncesi uyaranlarla kontrol edilebilmektedir. Ancak tepki ve edimleri uyaranların kontrol etmeleri farklıdır.Tepkisel davranışta, uyaran reflex tepkisine neden olur. Teknik olarak davranış öncesi uyaranın, tepkiyi orataya çıkartma işlevi olduğu söylenir.

Öğrenmenin nasıl olduğunun öz geçmişine bakıldığında, kırmızı olma başlangıçta kırmızı top, kırmızı tepkisine yol açmamaktadır. Ancak olumlu ve olumsuz sonuçların uygulandığı bir çok öğretim örneğinin uygulanmasından sonra, kırmızı uyaranına ‘kırmızı’ deme oluşmaya başlar.Çocuğun yanıtlarını izleyen sonuçlar, kırmızı renkli nesnelere ‘kırmızı’ demeyi öğrenmelerine yol açmıştır. Kırmızı renkli objeler ‘kırmızı’ söylediğinde pekiştirilmesinin sonucunda kırmızı demeye zemin hazırlar duruma gelir. Teknik olarak kırmızılık, ‘kırmızı’ demek için ayırtedici uyaran özelliğini kazanır. Öğrenci kırmızı uyaranını diğer uyaranlardan ayırmayı öğrenir (doğru tepkide bulunur).Özetle , davranış öncesi uyaranın, tepkisel davranışta ortaya çıkarıcı uyandırıcı işlevi varken, edimsel davranışta ayırt edici işlevi vardır.
Böylece iki tür davranış arasındaki ayırımı gösterdik ve her ikisi için davranış öncesi ve sonrası uyaranları tartıştık.

Edimsel davranışın ögeleri arasında izlerlilik vardır (ayırtedici uyaran, edimsel tepki, izleyen uyaran). Davranışın oluşumu bu izlerliliğin nasıl gerçekleştiğine bağlıdır. Tepkisel davranışın oluşumu sadece uyandırıcı uayaranın ortamda bulunmasına bağlıdır .Öğretmenler bakımından önemli olan, edimsel davranış modelidir. Tepkisel model, sadece koşullu pekiştireçler ve duyguların koşullanmasıyla ilgili olarak kullanılır. Edimsel model ise öğretim modelinin temelini oluşturmaktadır.Öğretim, belirlenmiş uyaranların varlığınde öğrencilerin yapacaklarını ve söyleyeceklerinin (tepkilerinin )değiştirilmesidir.Çocuğun tepkisinden önceki ve sonraki uyaranları sistematik bir şekilde kontrol ederek, öğrenmenin oluşması sağlanır.

Kaynak:Sınıfta Davranış Yönetimi Prof. Dr. Mehmet Özyürek Sy. 58-59

EDİMSEL KOŞULLAMA

EDİMSEL KOŞULLAMA

Edimsel davranışla ilgili olan koşullanmaya edimsel koşullama yada ‘R’ (Response:tepki) tipi koşullama adı verilmektedir.

’R’ tipi koşullama adı verilmesinin nedeni ise bu tür koşullamada pekiştirmenin tepkiye bağlı olarak yapılmasıdır.Diğer bir deyişle,bu koşullamada tepki önemlidir. Tepki doğru olduğu taktirde pekiştirici uyarıcı verilmektedir.

Örneğin; Skinner deneyinde edimsel davranış olarak maniveleya basma davranışını kullanmıştır.Aç olan hayvan manivelaya basma davranışını göstererek yiyeceği elde etmiştir.Böylece manivelaya basma davranışı tekrar edilerek güçlenmiştir.

Bu durumda, pekiştirmeyle ilişkili olan şey, uyarıcı durumunda olan manivela değil,tepkidir; yani manivelaya basma davranışıdır. Koşullanan tepki, klasik koşullamada olduğu gibi pekiştirici uyarıcıya karşı yapılan tepki değildir.Edimsel koşullamada pekiştirici uyarıcı, yapılan tepkinin sonucunda ortaya çıkmaktadır.Edimsel koşullama büyük ölçüde Thorndike’ın etki yasasından kaynaklanmıştır.Skinner’in ‘R’tipi ya da edimsel koşullama ile Thorndike’nın araçsal koşullaması yakın bir benzerlik göstermektedir.

Skinner ve Thorndike bir çok bakımdan aynı görüşte olmakla birlikte bazı bakımlardan da aralarında önemli farklılıklar vardır.Örneğin; Thorndike öğranma deneylerinde,organizmanın çözüme ulaşma süresini hangi değişkenlerin etkilediğini ele alırken,Skinner tepki oranındaki artışı hangi değişkenlerin etkilediğini araştırmıştır.

EDİMSEL KOŞULLAMA İLKELERİ

EDİMSEL KOŞULLAMA İLKELERİ

Edimsel koşullamanın iki temel ilkesi vardır.


Bunlar:

1.Pekiştirici uyarıcıyla izlenen tepkiler tekrarlanma eğilimindedir.

2.Pekiştireci uyarıcılar, edimsel davranışların meydana gelme oranını ya da olasılığını artırır.

Yukarıda da belirtildiği gibi edimsel koşullamada önemli olan nokta; davranış ve onun sonuçlarıdır. Dikkatli bir gözlemle, bir davranışın sık olarak ortaya çıkmasında, davranışın sonuçlarını büyük ölçüde etkili olduğunu görebiliriz.

Organizma pekiştirilen davranışı daha sık gösterir.Pekiştirilmeyenden ise vaz geçer.


Kaynak:Gelişim Öğrenme ve Öğretim Prof. Dr. Nuray SENEMOĞLU Sayfa:156

KLASİK KOŞULLAMA

KLASİK KOŞULLAMA

Klasik koşullandırma , ilk kez 1800’lü yılların sonu ve 1900’lü yılların başlarında Fizyolog Pavlov tarafından yapılan deneysel öğrenme çalışmalarıyla gündeme gelmiştir.

Pavlov laboratuarında köpeklerin gastrik salgılarını incelerken, köpeklerin yiyecek getiren bakıcıların ayak seslerini duydukları zaman salya salgıladıklarını fark etmiştir. Bunun üzerine köpeklerin niçin yiyecek verilmeden önce salya salgıladıkları sorusu üzerinde durmuştur. Bu amaçla ,önce bir ameliyatla köpeğin tükürük bezinin bir kısmını açığa çıkarmış ve salyanın ağızdan dışarı akmasını sağlamıştır.

Daha sonra çıkan salya miktarını ölçmek için bir kayıt aracı geliştirmiştir. Deneyin başlangıcında ,bir köpek tek yönlü penceresi olan,ses geçirmez bir odacığın içine yerleştirilmiştir. Şartlanmanın oluşabilmesi için önce köpeğe uyarıcı olarak zil sesi verilmiştir .Bu uyarıcı başlangıçta nötr bir uyarıcıdır. Çünkü,başlangıçta köpek bu uyarıcıyı hissettiğinde herhangi bir tepkide bulunmamıştır. Pavlov daha sonra zil sesinin hemen arkasından köpeğe et tozu vermiştir. Böylece zil sesiyle yiyeceği eşleştirmiştir .Bu eşleştirme tekrar tekrar yapılmış ve köpeğin zil sesini çıkardıktan sonra salgıladığı salya miktarı ölçülmüştür. Deneyin aşamaları kısaca aşağıdaki şekilde gerçekleşmektedir.

~Nötr uyarıcı:Bir tepkiye yol açmayan uyarıcı
~Şartsız uyarıcı:Şartsız tepkiye yol açan başlatıcı uyarıcı
~Şartsız tepki:Organizmanın uyarıcıya doğal olarak yaptığı tepki
~Şartlı uyarıcı:Başlangıçta etkisiz olan ,fakat şartsız bir uyarıcıyla eşleştirilmesi sonucu şartlı tepkiyi uyandırır hale gelen uyarıcı
~Şartlı tepki:Şartlandırma işleminden sonra şartlı uyarıcının meydana getirdiği tepki

Yukarıdaki şekilden de anlaşılabileceği gibi ,deneyin ilk aşamasında ,yani, şartlanmadan önce köpek nötr uyarıcı olan zil sesine karşı tepki göstermemektedir;şartsız uyarıcı olan et tozuna karşı ise şartsız tepki göstermiş ,yani , salya salgılamıştır. İkinci aşama olan şartlanma esnasında ,şartsız uyarıcı olan et tozu şartlı uyarıcı olan zil sesiyle birlikte verilmektedir. Sonuçta yine şartsız tepki olarak ,salya tepkisi ortaya çıkmaktadır. Üçüncü ve son aşamada ise,şartlı uyarıcı haline gelen zil sesi tek başına verilmekte ve köpek bu sefer ,salyayı şartlı tepki olarak salgılamaktadır.

Klasik şartlanma kavramını okul ortamıyla ilişkisini kurmak amacıyla bir sınavda başarısız olmuş bir öğrencinin durumu ile Pavlov’un köpeğinin şartlanması karşılaştırmalı olarak aşağıda verilmiştir. Çocuk başarısız olduğunda paniğe kapılmıştır. Böyle hissetmeyi aslında tercih etmemiştir. Buradaki his,istemsiz ve duygusal olup şartsız tepkidir. Başarısızlık ise şartsız uyarıcıdır. Çünkü,şartsız tepkinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Çocuk ilk testte başarısızlık yaşantısı geçirdiği için testler şartlı uyarıcı haline gelmiştir. Burada şartsız uyarıcı ile şartlı uyarıcının eşleştirilmesi söz konusudur. Bu eşleştirme sonucunda da tepki ortaya çıkar. Çocuk başka bir sınava girdiğinde şartsız tepkiye benzer tepkiler gösterir.

Herhangi bir şartlı uyarana karşı kazandırılan şartlı tepki organizmaya yerleştikten sonra aynı sistem içinde yürütülen çalışmalarla başka bir şartlı uyarıcıya karşıda kazandırılabilir. 1.derecde et-zil arasında kurulan tepki bağı ,aynı işlemler sonunda ışık (2.şartlı uyarıcı)uyarımına karşıda geliştirilebilir.
1.derecede şartlı uyarıcı olan zile karşı yapılan tepkinin yerleştirilmesinden sonra
2.derecede şartlı tepki elde etmek için,ışık(2.derecede şartlı uyarıcı)ve onu izleyen uyarım olarak zil sesi verilerek yapılan 1.derecedeki şartlandırmaya benzer çalışmanın sonunda zile gösterilen tepkinin ışığa da gösterilmesine dereceli şartlandırma ya da üst düzey şartlandırma denir.

Burada zil etin,ışık ise zilin yerine geçmektedir. Böylece et ile zil sesi arasında kurulan bağ zil sesi ile ışık arasında kurulmaktadır.

Öğrenmeyi uyaran –tepki bağının kurulması olarak tanımlamaya biliriz. Kurulan bağı koşullanma işlemi belli sayı ve yoğunlukta tekrarlanarak pekiştirilmektedir. Yani pekiştirme ,öğrenilen tepkinin organizmaya yerleşmesi ve aynı şekilde devam etmesi için yapılan işlemlerdir.

Yiyeceğe karşı ağzın sulanması doğal bir refleks ise limon sözcüğünü işittiğimizde ağzımızın sulanması şartlı tepkidir. Duygusal tepkilerin hepsi doğaldır. Hangi tepkilerin hangi uyarıcıya karşı yapılacağı ve tepkilerde görülen zenginlik öğrenmenin sonucudur.

Genelleme ,aynı türden olan ya da birbirine benzer uyarıcıya karşı daha önce kazanılan tepkinin verilmesidir. Acıktığı zaman emzirerek, altını kirlettiği zaman temizleyerek,yalnız kaldığında yanına gidip onunla birlikte olup sevgisini paylaşarak çocuğunu rahatlatan annenin sesi ve görüntüsü ,ile çocuk arasında böyle bir doğar .Çocuk annesini görünce ya da sesini duyunca gereksinimlerinin karşılanacağını bilir ve bunu ifade eden tepkilerde bulunur. Hatta annenin kılık ve kıyafetine benzer giyim ve kuşam ,içinde olan kadınları anne olarak nitelendirir:Çocuğun bu davranışına genelleme denir. Ayırt etme ,birbirleriyle yakınlıkları olsa bile uyarımlar arasındaki farkı anlıyabilmedir. Genelleme benzerliklere ,ayırt etme ise farklılıklara yönelik tepki örüntüsüdür.

Farklı frekanslarda verilen iki ses tonundan birincisini bir elektrik şoku,ikincisini güzel bir müzik izlesin,.Bu iki uyaran gerçekte nötr nitelikte olmasına karşı ,belli sayıda tekrarlanarak deneklerde koşullanma yoluyla öğrenme sağlanırsa ,deneklerin tepkileri farklılaşacak ,birinci sese karşı kaçınma ,ikinci sese karşı ise rahatlama davranışları ve mutluluk tepkileri geliştirilecektir. Gündelik hayatımızda öğrenilmiş ayırt etmeler çok fazladır.

Bebek ,parmağı ile emziği birbirinden ayırt etmeyi ,çocuklar köpeği tavşandan ,elmayı armuttan ayırt etmeyi öğrenir. Eğitimin büyük bir bölümü de kelimeler ya da kavramlar arasında bir takım ayırt etmelerin öğrenilmesidir. Bu çeşitliliğe karşın ,bütün ayırt etmelerde yaptığımız şey,farklı uyarıcılara farklı davranımlar bağlamaktaktadır. Şartlandırılmış tepki ,zaman zamanda olsa şartsız uyarım verilmediğinde ,şartlı tepkinin ortadan kalktığı görülür. Şartlı tepkinin kaybolmasına ,sönme denir. Organizmanın belli bir davranış örüntüsünü kazanması,tekrar ve pekiştirme olgusuyla doğru orantılıdır. Pekiştirme işleminden ya da şartsız uyarıcıdan yoksun bırakılan davranışlar kendiliğinden kaybolacaktır. Sirklerde gösterimlerde bulunan hayvanlara daha önce kullandıkları şartsız uyarıların ara sıra verilmesinin sebebi,gösterimde sergilenen şartlı tepkinin sönmemesi içindir. Şartlı tepkinin sönmesi demek davranışın o organizmanın belleğinden tamamen silinmesi demek değildir. Sönen şartlı tepkiler zamanla şartsız uyarıcıya ya da onum çağrıştıran bir uyarıcı verildiğinde şartlı tepkinin yeniden ortaya çıktığı görülmektedir. Sönen şartlı tepkinin yeniden ortaya çıkmasına kendiliğinden geri gelme denir.

Körelme ve kendiliğinden canlanma pekiştirme yapılmadan (şartlı ve şartsız uyaran birlikte ya da arka arkaya yapılmadan yalnızca şartlı uyaranla yapılan deneyde salya çıkarma tepkisi gittikçe azaldığı halde 20 dakikadan sonra yapılan bir ölçmede ,kendiliğinden canlanmanın epeyce çok olduğu görülmektedir.

ETKİ YASASI

ETKİ YASASI

Birey çevresinden gelen bir uyaran tepki yaptığında bu davranımı öğrenir.

Uyaran :Bireye iç yada dış çevreden gelen ,bireyde karşılık verme isteği yaratan etkidir.
Tepki :Bireyin bir uyarana yanıt,karşılık vermesidir.
Davranım :Davranışı oluşturan yalın tepkidir.

Thorndike, önceki araştırmacılar gibi davranışlar ve refleksler arasında ilişki kurmuştur. Önceki çalışmalarında davranışların çevredeki uyarıcılardan dolayı meydana geldiğini söylemiştir Bu görüş uyarıcı –davranış modeli üzerine kuruludur.

Örneğin ;diz reflekssinin beyin dışında gelişen bir olay olduğunu vurgulamıştır. Thorndike, Pavlov’un gittiği yoldan giderek bir uyarıcı karşısında oluşan davranışın gelecekteki davranışları etkilediğini söylemiştir.

Thorndike’ın etki yasasına göre ;eğer bir davranış o çevrede bir doyuma ulaşıyorsa aynı ortamda o davranışın oluşma olasılığı artmaktadır. Thorndike,kedileri kutuların içersine koyarak onların kutu içersinde bulunan yiyeceğe ulaşmalarını gözlemlemiştir. Kediler belli bir süre sonra aynı davranışları tekrar ederek sonunda deneme yanılma yapmadan tek yolla yiyeceğe ulaştıklarını gözlemiştir.

Bu araştırmalarının sonunda Thorndike kendisine ait olan Etki Yasasını geliştirmiştir. Thorndike’ın etki yasasına göre ;eğer bir davranış o çevrede bir doyuma ulaşıyorsa aynı ortamda o davranışın oluşma olasılığı artmaktadır. Bunun tersi oluyorsa yani o davranış doyum getirmeyen bir değişikliğe ulaşıyorsa o davranışın oluşma sıklığı giderek düşmektedir.
Davranışçı yaklaşım insan davranışını tamamen refleksler ,uyarıcı-tepki ilişkisi ve pekiştiricinin etkisi ile açıklamaya çalışmıştır.

Fakat cinsel dürtüler,amaçlar ve hedefler gibi bazı bilişsel ve duyuşsal terimler bunun dışındadır. Watson, farelere küçük bir oyun kutusunu bir yiyecek ödülüyle açmayı öğretebileceğini görmüştür. Basit bir labirent yapıp koridorun sonuna bir yiyecek koydu ve labirentte koşmayı bir kez öğrene farenin diğer seferleri otomatik olarak yaptığını fark etti. İlk defa uyarıyla başlayan öğrenme daha sonra uyarıcısız da gerçekleşti ve davranış bir alışkanlık haline aldı. Watson için en önemli şey,uyarıcı-tepki ikileminin tekrarlanma sıklığıdır. Bireyin bir uyarana yaptığı tepki,onda bir alışkanlık oluşturduğunda öğrenmesi gerçekleşir. Birey ancak yaptığını öğrenir. Yapılamayan yada alışkanlık düzeyine çıkamayan bir uyaran –tepki bağıntısı öğrenilmiş sayılamaz.

Örneğin ;Bir metnin okunması sırasında sayfalardaki simgeler birer uyarandır. Öğrenci bu uyaranlara bakarak okumaya çalışır. Öğrencinin doğru okuması doğru tepki;tersi ise yanlış tepkidir Doğru tepkiler öğrencide yerleştikçe ,okuması da düzgünleşir. Öğrenci ,yeniden aynı simgelerle (uyaranlarla )karşılaştığında ,doğru okuyarak öğrendiğini kanıtlar. Öğrenilenlerin öğrencide yerleşmesi için alıştırma yaptırmak yararlıdır. Alıştırma ,uyaranın ve tepkinin niteliğini değiştirmemesi ,uyaran-tepki bağlantısını pekiştirilmesi için gereklidir. Oysa aynı nitelikte uyaran-tepki yinelemesinin oluşturulması olanaksızdır. Öğretmen ancak öncekilerine benzer uyaran-tepki bağlantıları düzenleyebilir. Bir uyarana ,doğru tepki yapamadığında öğretmenin ,öğrenciye doğru tepkiyi bulması için kılavuzluk etmesi yararlıdır. Watson ,eğitim,duygusal tepki gelişimi ve alkol yada uyuşturucu kullanımının insan davranışlarına etkisi gibi birtakım insan problemlerini ele almıştır. Psikolojik rahatsızlıkların daha sonradan anormal olarak tanımlanabilecek tesadüfi olumsuz öğrenmenin sebep olduğunu çarpık alışkınlıklardan kaynaklandığına inanmaktadır.

Watson,küçük bebek(Albert-11 aylık),ani yüksek sesler dışında hiçbir şeye karşı korku ya da fobi göstermemiştir. Örneğin Watson bir beyaz tavşanı Albert’ın kucağına koyduğunda bebek hiç korkmadan tavşanla oynamaya başlamıştır. Bir başka deneyde Watson tavşanı Albert’ın başına koymuş ve Watson!un asistanı bebeğin arkasında başına yakın bir yerde metal bir çubuğu bir başka metale vararak şiddetli sesler çıkarmış,bir hafta sonra aynı eylem tekrar edilmiştir. Daha sonra Albert’e tavşan gösterildiğinde heyecan ve korku gözlemlenmiş,hatta Albert’e herhangi bir kürklü nesne gösterildiğinde de bebekte korku gözlemlemiştir. Watson bu delili davranış temelli fobilerde kullanmıştır. davranışların kalıtımsal olmayıp insanın çocukluğundan beri çevresindeki belli uyarıcılarla belli tepkilerin birleşmesi sonucu U-T bağlarının birbiri üzerine şartlanma yoluyla inşa edilmesi sonucunda geliştiği görüşünü savunur.

Guthrie’nin önerdiği sistem ise birçok yönden Pavlov ve Thorndike tarafından geliştirilen görüşlere de benzerse de ,bazı yönlerden kendine özgü nitelikler gösterir .Guthrie’ye göre çağrımsal U-T bağlarının kuruluşunu tek yasası işaret ve tepki bitişikliğidir. Bir dış uyarıcı organizmada bir takım davranımları uyarır. Bu davranımlar da organizma için yeni uyarıcılar meydana getirir. Gerçek çağrışım bitişik olaylar arsında kurulur.

Guthrie,diğer kuramcılar gibi öğrenmenin sonuçlarıyla ilgilenmez,sonuç ne olursa olsun organizmada hareket tepkilerine önem verir. Guthrie’nin ödül ,motivasyon ve pekiştirme konusundaki fikirleri de şöyle özetlenebilir. Güdüler bir amaca ulaşıncaya kadar organizmayı hareket halinde tutan uyarıcıları sağlar. Ödül,öğrenmeye ,çağrımsal mekanik bir düzen dışında hiçbir katkıda bulunmaz. Ödülün öğrenmeye dolaylı bir etkisi vardır. Ceza ,kaçma ve kaçınma tepkilerinin öğrenilmesinde etkilidir . Guthrie’ye göre öğrenmeye yön veren en önemli etmen ,”hazır oluş”tur. davranışçı açısından hazır oluş ,kaslarda meydana gelen bir gerilimdir.

Uyaran –Tepki kuramının özel kuralları şunlardır:
1)Uyaran tepki yapma öğrencinin isteğine bağlıdır. Öğrenci tepki yapmaya gönüllü olmalıdır.
2)Bir öğrenim görevinin uyaranlarını düzenlemesi bunlara öğrencide tepki yaratmak ,öğrenmeyi uzatır. Öğrenme belli bir süre ister.
3)Öğrencinin ilk yaşlarındaki öğrenmesi çoğu kez uyaran –tepki bağı oluşturmaya dayanır.
4)Uyaran-tepki bağı sözel (simgesel)öğrenme de ve becerilerin öğrenilmesinde etkili olabilir.
5)Öğrencinin bir uyarana tepki yapması ,öğrenciyi etkin kılabilir.

KAYNAKLAR
1)Eğitim psikolojisi,Cavit Binbaşıoğlu 9.Basım 1995
2)Eğitim psikolojisi Prof Dr. İbrahim Ethem başaran
5.Basım 1998 3)Eğitim psikolojisi Gelişim ve Öğrenme Ziya Selçuk
Nobel Yayın Dağıtım Ankara 1999
4)Gelişim ve Öğrenme ders kitabı

PSİKOANALİTİK YAKLAŞIM

PSİKOANALİTİK YAKLAŞIM


Sigmund Freud (1856-1939) psikoanalitik kuramın kurucusudur. Kendisi Avusturya’da tıp eğitimi görmüş ,özellikle nöroloji alanında uzmanlık çalışması yapmıştır. Psikoanalitik yaklaşım her bireyin kendi geçmişini inceleyen”vaka çalışmaları” yöntemini kullanır. Freud’un getirmiş olduğu kavramlar geniş biçimde tartışılmış ve zamanla psikoloji biliminin değişik alanlarını etkilemiştir.

Freud’a göre insanoğlunun doğuştan getirdiği iki temel kuvvetli eğilim vardır:cinsellik ve saldırganlık. Bu iki temel eğilim insanoğlunun bir toplum içinde uyumlu yaşamasını zorlaştırdığından ,cinsellik ve saldırganlık davranışları ,ana- baba ,öğretmen gibi çocuğun sosyalleşmesinde önemli rol oynayan kişilerce çocukluktan itibaren sürekli baskı altında tutulur ve cezalandırılır.”kardeşine vurma” ,”Yapma! Ayıp!” ,”çek elini orandan terbiyesiz! “ ,”Oranı buranı gösterme elaleme,unanmaz!” gibi ifadeler toplumun cezalandırıcı tutumunu temsil eder.
Freud ‘a göre toplum tarafından hoş karşılanmayan cinsellik ve saldırganlık duyguları bilinçaltına itilirler,çünkü bu tür düşünce ve istekleri sürekli bilinçte tutmak bireyde rahatsızlık yaratır. Bilinçaltına itilmiş arzuların farkında olmayız,ancak onlar bizim davranışlarımızı etkilemeye devam ederler. Psikoanalitik yaklaşım dil sürçmesi ,unutmalar ,hatalar ve buna benzer davranışları bilinçaltındaki isteklerin ifadesi olarak kabul eder.(Cüceloğlu-2000)
Psikoanalitik kuramlar , özel kişiliği –davranışı yönlendiren bilinçdışı güdüleri-inceler Psikoanalitik kuram kişiliğin nasıl geliştiği ile de ilgilenir.

Freud’un ,50 yıl boyunca duygu heyecan bozukluğu olan kişilerin tedavisi sırasında biçim verdiği kuramlar , 24 cildi bulmaktadır. Freud , insan aklını bir aysberge benzetmiştir. Suyun üzerinde yer alan ufak kısım bilinçli yaşantıyı ; su altındaki çok daha büyük kısımsa bilinçdışını –düşüncelerimizi ve davranışlarımızı etkileyen itkiler , tutkular ve erişilmez -anılar deposu – temsil eder.

Freud’a göre kişilik üç ana sistemden oluşur: İd-ego-süperego . her sistemin kendi işlevleri vardır,ancak üçü etkileşimde bulunarak davranışı yönetirler.


İD

İd ,yeni doğan çocukta olan kişiliğin en ilkel kısmıdır ; daha sonra ego ve süperego idden gelişir. İd ,temel biyolojik itkilerden (dürtülerden) oluşur:yeme , içme ,artıkları atma acıdan kaçma ve cinsel haz elde etme ihtiyaçları .Freud ,saldırganlığın da temel bir biyolojik dürtü olduğunu söylüyor.

EGO

Küçük çocuk gerçekliğin taleplerini dikkate almayı öğrendikçe ,kişiliğin yeni kısmı olan ego gelişir. Ego gerçeklik ilkesine itaat eder. Uygun çevresel koşullar bulanana dek itkilerin tatmini geciktirilmelidir. Örneğin ,ego gerçek dünyayı göz önünde bulundurarak koşullar uygun olana dek cinsel itkilerin tatminini geciktirir. Ego ,idin talepleri , dünya gerçekliği ve süper egonun talepleri arasında aracılık yapar .


SÜPEREGO

Kişiliğin üçüncü kısmı olan süperego , çocuğa anne-baba ve başkaları tarafından öğretildiği şekliyle toplumun ahlak kuralları ve değerlerinin içselleştirilmiş temsilidir. Temel olarak bireyin vicdanıdır. Süperego bir hareketin doğru mu yanlış mı olduğuna karar verir. İd haz arar , ego gerçekliği test eder , süperego ise mükemmeliyeti arar.

GENİTAL DÖNEM

GENİTAL DÖNEM

Freud’un beşinci dönemi fırtınalıdır. Genital dönem adı verilen bu dönem aşağı yukarı 12 yaştan sonra başlar. Hızlı fiziksel gelişme ve buluğa erme ile içsel cinsel dürtüler artmaktadır. Ergen ebeveynle ilişkilerini düzenlemek ,çatışmalarını çözümlemek ihtiyacındadır .İlköğretimin son yılları ve lise öğretmenleri ,bu fırtınalı ve baskılı döneme girmiş olan öğrencilere öğretme güçlükleriyle karşılaşabilir. Ancak öğretmenler ergenin , ilgi ve ihtiyaçlarını ,gelişim özelliklerini tanıyıp ona anlayışlı ve saygılı davranarak ,problemlerini çözümlemede yardımcı olabilir. Psikoanalitik kurama göre ,eğer bir döneme aşırı bağımlılık meydana gelememişse,ergenin temel ihtiyaçlarının karşılanmasıyla sorunları çözümlenebilir. Çoğu zaman öğretmenler ,ergenlere yardım edebilecek yeğane kişilerdir.

FREUD'UN KİŞİLİK GELİŞİMİ KURAMI İÇİN YARARLANILAN KAYNAKLAR
1. Senemoğlu. NURAY Gelişim Öğrenme Öğretim Remzi Kitap evi İSTANBUL 2001-12-27
2. Yavuzer HALUK Çocuk Psikolojisi Remzi Kitap evi ANKARA 1995
3. Cüceloğlu DOĞAN İnsan ve Davranışı Remzi Kitap evi İSTANBUL 10 BASIM 2001-12-27
4. Bakırcıoğlu RASİM Rehberlik ve Psikolojik Danışma Turhan ANKARA 1994